Güncelleme:
25.12.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Generallere DUR diyelim

Askeri Çözüme HAYIR

Sertuğ Çiçek

Genelkurmay'ın siyasete müdahalesi, 28 Şubat 1997 öncesi Sincan sokaklarında tanklarla demokrasiye yapılan 'balans ayarı' misali yeniden arttı.
Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının başlattıkları yaylım ateşi sadece AKP hükümetini hedeflemiyor; demokrasiden, barıştan, Kürt sorununa siyasi çözümden, insan haklarından, azınlıklardan, ordunun Türkiye'deki gücünden bahseden herkes generallerin hedef tahtasında yer alıyor.


Askerler herekese sopa gösteriyor

İrtica ve bölücülükle lafa başlayan generaller, "ordunun cumhuriyeti koruma görevini gerektiği şekilde yerine getireceğinden kimsenin kuşkusu olmasın" diyerek bütün muhalif kesimlere göz dağı veriyorlar.
TESEV Almanağı'nda orduya aktarılan kamu kaynaklarının büyüklüğü, askeri harcamalar üzerinde sivil denetimin yetersizliği ve ordunun siyasetteki ağırlığı gibi tabulardan bahsedilmesinin generallerin sinirlerini bozması elbette anlaşılır bir şey. Genelkurmay başkanının 'sert mizacı' ve yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri de önemli. Ancak her üç neden de generallerin yeniden böyle yüksek sesle tehditler savurmasını açıklamakta yetersiz kalıyor.
Generaller üç temel hedef gösteriyorlar: Birincisi irticacılar, ikincisi bölücüler, üçüncüsü de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) ülkedeki güç ve prestijini yıpratmaya çalışanlar.
Hedef tahtası öylesine geniş ki, vicdani retçilerden sendikacılara, sosya-listlerden TBMM Başkanı'na, milletvekillerinden meslek kuruluşlarına kadar hemen her kesimi kapsıyor.
Hakkari'de sivil kıyafetler giydirilmiş askerlerin emir komuta zinciri içinde DTP'li belediyeye karşı gerçekleştirdiği 'bölücülük yapma, işini yap' yürüyüşü bu saldırının boyutlarını görmemize yardımcı oluyor.
Sermayenin bir dediğini iki etmeyen, ABD'nin bölgedeki emperyalist planlarına destek veren, IMF programlarını titizlikle uygulayan ve her zaman ordudan gelecek tepkiyi hesaba katarak davranmaya çalışan AKP hükümeti neden hedef tahtasının ortalarında yer alıyor?
Generaller ABD'nin Ortadoğu'daki planlarından ve AKP'nin buna desteğinden mi rahatsız? Lübnan'a asker gönderilmesini memnuniyetle karşılayan Genelkurmay'ın ABD'nin bölgedeki kirli işlerinden rahatsız olduğunu söylemek gülünç olur.
Generaller, ABD ile temel olarak bölgede bir Kürt devleti ve bunun Türkiye'de yaratacağı etkiler üzerinde pazarlık yapmaya çalışıyorlar. ABD'nin, Kürtler için Türkiye'den vazgeçmek istemeyeceğini bilerek hareket ediyorlar.
TSK, IMF programlarına ve AKP'nin bunları uygulamasına mı karşı? Hayır! Generallerin konuşmalarına bakıldığında böyle bir rahatsızlıkları olduğuna yönelik en ufak bir ip ucu dahi bulamazsınız. Hatta kendilerine ve 28 Şubat operasyonuna rağmen tek başına iktidara gelen AKP hükümetiyle anlaştıkları en önemli noktanın ekonomi politikaları olduğu ortada.
Generaller bu müdahalelerini meşrulaştırmak için anayasadan, vatandaşların orduya olan güven ve bağlılığından söz ediyorlar. Oysa doğrudan demokrasiye saldırırlarken bir yandan anayasal bir suç işliyorlar, diğer yandan da işçinin, memurun, ev kadınının, esnafın, işsizin, köylünün yani vatandaşların çoğunluğunun gerçek sorunu olan yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik, savaş gibi konulara ilişkin tek bir laf etmiyorlar. Çünkü bütün bu sorunlar, generallerin korumaya kararlı oldukları sistemin ayrılmaz parçasıdır. Generallerin de içinde yer aldığı ayrıcalıklı azınlığın hayatının devamı IMF programlarına, savaş ve işgallere, azınlıkların ezilmesine, işsizlik korkusunun varlığına göbekten bağlıdır.


Büyükanıt, Erdoğan ABD’nin savaşına ortak olduğu veya İMF’yle anlaşma imzaladığı zaman susuyor; çünkü iş, savaşa ve yoksulluk politikalarına gelince Erdoğan’la gül gibi anlaşıyor.

Zaten generallerin son haftalardaki müdahalelerinin bu denli sertleşmesinin temelinde yatan kendi sistemlerini koruma telaş ve kaygısıdır. Dünyanın en süper gücünün Irak'ta baş edemediği direniş, Afganistan'da emperyalist işbirliğinin bile işe yaramaması, ABD destekli İsrail'in ‘terörist’(!) Hizbullah tarafından püskürtülmesi yönetici sınıflar için ciddi kaygılar yaratıyor.
ABD'nin, Suriye ve İran'a müdahale etme yolunda ilerlediğini gören Türkiye yönetici sınıfı, işlerin giderek sertleşeceğini, Türkiye'nin de ABD ile işbirliği yapması gerektiğini seziyorlar. Bu işbirliğinin yaratacağı sorunlar ise onları korkutuyor.
Öncelikle Türkiye yönetici sınıfının ABD projesine destek vermek için toplumu ikna etmesi oldukça zor görünüyor. Bir yandan güçlü dini duygular, diğer yandan ABD'nin emperyalist planının dünya ve Türkiye kamuoyunda sıfıra inen inandırıcılığı yöneticilerimizi tedirgin ediyor. Ayrıca ABD planının başarılı olup olmayacağı belirsiz. ABD projesinden bir Kürt devleti doğma olasılığı ise generallerin tüylerini ürpertiyor.
Öte yandan ABD'ye sırtını dönmenin maliyeti de çok ciddi olabilir. Uluslararası sermayenin Türkiye'den desteğini çekmesinin Arjantin'de yarattığı gibi bir yıkım ve isyana yol açma olasılığı var.
Bu nedenlerle ABD ile ittifak yapmak yada yapmamak Türkiye yönetici sınıfı için hayati bir soruna dönüşme potansiyeli taşıyor. Yöneticiler, her geçen gün bu yol ayrımına yaklaştıklarını görüyorlar.
Sadece Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değil, Türkiye yönetici sınıfının da genelkurmaylığını yapan Genelkurmay Başkanlığı, ABD ile ittifakın her geçen gün biraz daha 'mecburi istikamet' haline geldiğini görüyor.
Böylesi hayati kararlar vermenin eşiğinde olan Türkiye yönetici sınıfı bu nedenle gittikçe asabileşiyor. 1 Mart teskeresini TBMM'den geçirememe gibi ciddi bir 'kaza' daha yaşamak istemeyen yönetici sınıf, emperyalist ülkelerle pazarlığında kendi çıkarlarına en uygun kararları rahatça alabilmek için içeride dikensiz gül bahçesi yaratmak istiyor. Herkese sopa göstermelerinin temel nedeni budur.
AKP tabanına yönelik "irticaya geçit vermeyiz" mesajı bu proje içinde özel bir öneme sahip. Ciddi olasılıklardan birisi, ABD'nin İran'a müdahalesinde Türkiye yönetici sınıfının ABD ile ittifakıdır. Böylesi bir ittifak tıpkı Afganistan, Filistin, Lübnan ve Irak'ta olduğu gibi ulusal bir anti-emperyalist direnişle karşılaşacaktır. Bu mücadelenin li-derliğine de tıpkı Ortadoğu'daki diğer direniş hareketleri gibi önemli ölçüde islami hareket damgasını vuracaktır. İran'da yaşanabilecek böylesi bir direnişin tetiklemesiyle Türkiye'de zaten belirli bir tabanı olan ve 28 Şubat'tan beri köşeye sıkıştırılmış islami hareketin canlanması ve yönetici sınıfa karşı yeniden ciddi bir tehdit haline gelmesi çok olasıdır. Bu nedenle islami hareketin tabanını umutsuzluğa, teslimiyete mahkum etmek yönetici sınıf için önemlidir.
Kürt hareketi ve barış taraftarlarına gösterilen 'bölücülük' sopası da iki yanıyla önem kazanmaktadır. Birincisi, ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında sahip olduğu bölgesel ittifakların başında İsrail ve Türkiye bulunmakla birlikte bölgedeki Kürt gruplar bu projede yerel ittifaklar olarak sahne alabilmektedir. ABD'ye dönüp, "ya Kürtler ya biz" diyecek kadar ileri gidemeyen Türkiye yönetici sınıfı, mesajlarını PKK'ye yönelik politika değişiklikleriyle ileterek daha temkinli bir yol izlemeyi tercih etmektedir.
Bölücülük sopasının ikinci yanı ise Türkiye yönetici sınıfının bölgede daha büyük bir güç olma çabasının kendi iç muhalif hareketleriyle baş edebilme yeteneğiyle doğrudan iliş-kili olmasıdır. Türkiye'deki Kürtleri 'Barzanicilik' dışında bir seçenek bırakmayacak biçimde sıkıştıran, her türlü barış, demokrasi talebini provokasyonlar ve operasyonlarla bastıran generaller, savaşı meşrulaştırmak, milliyetçilik üzerinden toplumun büyük kesimini arkalarında toplamak istiyorlar.
Türkiye egemenlerinin bölgedeki emperyalist projenin yaratacağı sertleşme ve krizleri hesaba katarak şimdiden önlem almaya çalışması onların ne denli sıkışmış olduklarının bir göstergesidir. Yönetici sınıfın en önemli parçasını oluşturan generaller, 'irtica tehlikesi' ve 'bölücülük' konuları üzerinden bizleri bölerek, 'ulusal çıkarlar' adını verdikleri kendi çıkarlarına onay ve destek vermemizi istiyorlar. Onlara net bir yanıtımız olmalı: Askeri çözümlere ve ordu güdümlü siyasete hayır!
Başarabiliriz
ABD savaş planları Afganistan ve Irak'ta bataklığa saplanmıştır. Bütün bölgeyi neredeyse yarım asırdır terörize eden İsrail, Lübnan'da yenilgiyi tattı. Türkiye'de toplumun ezici çoğunluğu savaş ve çatışma istememektedir. Ayrıca Türkiye yönetici sınıfı ne yapacağı konusunda kararsız, kendi arasında bile anlaşamaz halde, asabileşmiştir.
Bu durum, savaş karşıtı muhalefet, barış, demokrasi, emek mücadeleleri ve Kürt hareketi önünde duran büyük bir fırsattır. 1 Mart'ta olduğu gibi hem kendimiz hem de dünya halkları için yeni bir zafer elde edebilir, kendi yönetici sınıfımıza ve ABD emperyalizmine büyük bir çelme daha atabiliriz. ABD'nin kanlı projelerine ortak olmamak, IMF programlarından kurtulmak ve Kürt sorununa demokratik çözüm yolunda adımlar atmanın yolu silahlı çözüm ve savaş dayatanlara dur demekten geçiyor.


sayfa başına dön


 
gazete arşivine git kütüphane