|
ABD
Ortadoğu’dan, İsrail Lübnan’dan DEFOL!
Ghassan Makarem (Samidoun Merkezii,
Beyrut)
Çev: Dilan Gitmez
BEYRUT sokakları gün be gün daha da radikalleşiyor. Hala
erken olmasına karşın yeni bir hareketin oluştuğunu görebilirsiniz.
Genç aktivistler, çevreciler, insan hakları grupları, dini kuruluşlar
gelişen olaylarla birlikte radikalleşti. Beyrut'ta çok daha politik bir
havanın yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Mülteci krizi başladığından beri
üç hafta oldu ve kurtarma çalışmaları daha sorunsuz bir şekilde işliyor.
Dolayısıyla artık insanların kurtarma çalışmalarına dönmeden önce gösteriler
ve toplantılara katılmak için zamanları ve enerjileri oluyor.
Bu topraklardaki atmosfer; hükümete, Arap rejimlerine, 'uluslararası toplum'a
karşı bir eğilim gösteriyor.
Bugünlerde dayanışmadan çok daha fazla söz ediliyor ve insanlar Hizbullah'la
ilgili çok daha açık fikirli. Geçen hafta gazetelerdeki anket Hizbullah'a
olan desteğin yüzde seksenlerin üzerine çıktığını gösterdi.
En son 1970lerde Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan'da üslendiğinde buna
benzer şeyler yaşanmıştı. Radikalizm ve anti-emperyalizm geri dönüyor.
Diğer taraftan ise bir izolasyon sorunu var; diğer Arap ülkelerindeki
insanların daha fazla desteğine ihtiyacımız var.
Tabii ki hala daha mezhep ayrılıklarıyla bağlantılı sorunlar var. Lübnan'ın
politik ve sivil halkı dini ve etnik bölünmeler etrafında örgütlenmiş
durumda. Fakat sıradan insanlarda artık bu bölünmeleri göremezsiniz.
Genç aktivistlerin yeni bir kesimi artık bu bölünmeleri aşmış durumda
ve bunlar sadece laik temelleri olan insanlar değil; aynı zamanda dini
grupların parçası olan insanlar da var.
Aktivistler
Samidoun, pazar gecesi diğer kurtarma örgütleriyle eş zamanlı bir toplantı
düzenledi. Kurtarma güçlerinde yer alan gönüllüler hangi politik talepleri
öne çıkarmamız gerektiği konusunda tartıştı.
Kurtarma güçleri açısından daha fazla şey yapılması ya da bir kenara çekilmeleri
konusunda hükümete baskı yapmaya başlama konusunda anlaştık ve İsrail
işgaline karşı Lübnan'ın haklarını savunmak için politik farklılıkları
bir kenara bıraktık.
Ayrıca ABD hükümetinden gelen yardım paralarını kabul etmemek konusunda
da anlaştık - birçok mülteci zaten böyle yardımları geri çevirdiklerini
gösterdiler. Tüm ABD yardım kuruluşlarına, eğer buradaki işlerine devam
etmek istiyorlarsa İsrail'in saldırılarını açık bir şekilde kınamalarını
söylüyoruz.
Direniş ve radikal politikaların yeni yüzü, geçtiğimiz pazar Beyrut'un
merkezindeki BM binasının önünde büyük bir gösteriyle sokaklardaydı.
Gösteri tüm politik partilerin gençlik kolları tarafından kurtarma güçlerinde
herkesin katılımıyla, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Beyrut'u
ziyaret etmesini protesto etmek amacıyla çağırıldı.
Pazar sabahı İsrail'in Kana'daki katliamının haberi geldi. Öğlen herkes
protestoların düzenlendiği şehir merkezindeki meydana gelmeye başladı.
Eylemdeki çoğu insan ya burada mülteci olarak bulunuyordu ya da Beyrut'taki
kurtarma güçlerinde yer alıyordu.
BM binası bu meydanın hemen karşısında yer alır. İnsanlar meydana ulaştığında,
bazı göstericiler binanın bulunduğu tarafa geçerek orada eylem yapmayı
ve binaya girmeye çalışmayı düşündü.
İnsanlar BM'ye çok öfkeli. Geçen hafta acil kurtarma koordinatörü Jan
England, direnişi "sivillerin arkasına saklanmak" la suçladı.
İnsanlar bu sözleri, sivilleri nişan alan İsrail'e bu adamın bir özrü
olarak gördü.
Bize göre BM, insani problemleri ciddi bir şekilde ele almak bir yana,
bölgesel politikacılarla lojistik konular ve rüşvet üzerine pazarlıklar
yapıyor. İnsanlar bundan bıktı.
Biz aynı zamanda BM'den İsrail'in şiddetine karşı açık bir tutum görmek
istiyoruz. Bu da bir güvenlik konseyi kararı anlamına geliyor. Hepimiz
biliyoruz ki Kofi Annan'ın sözleri hiçbir anlam ifade etmiyor.
Lübnan Başbakanı Fuad Siniora'nın Rice'a telefon ederek burada hoş karşılanmayacağını
söylemesi oldukça önemliydi.
Öfke
Hükümet, aşağıdan gelen baskıyla ve aynı zamanda Hizbullah'ın ve parlamento
sözcüsü gibi diğer politikacıların baskısıyla tepki gösteriyor.
Herkes hükümeti açık bir tutum almaya ve kendisini ABD'den uzak tutmaya
çağırıyor. Michael Aoun'un Özgür Yurtsever Hareket'i de dahil olmak üzere
bazı politikacılar bir 'ulusal birlik hükümeti' ihtiyacından söz ediyor.
Fakat şimdilik Hizbullah, hükümeti istifaya çağırmaya gönülsüz. Şii-Sünni
bölünmesi konusunda çok dikkatliler ve mezhepsel konular üzerinde oynu-yorlarmış
gibi görünmek istemiyorlar.
Ayrıca görüyoruz ki ABD yanlısı sağ kanat politik güçler gittikçe marjinalleşiyor.
Ve bu topraklarda herkes dayanışma çerçevesinde düşünüyor ve davranıyor.
Büyük Ortadoğu Projesi'nde Dönüm Noktası
Cem Uzun
İSRAİL’İN Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'a yaptığı saldırılar, ABD ve müttefiklerinin
Afganistan ve Irak işgallerinin bir parçasıdır ve Suriye ve İran'a saldırma
hedeflerinden bağımsız düşünülemez. İsrail'in Lübnan'a saldırısı emperyalist
planları dahilindedir. Bush ve Blair bu planın ayrıntılarını oluşturamamış
olabilirler, ama İran ve Suriye'ye saldırı hedefleri Lübnan'daki çatışmanın
sonucuna artık doğrudan bağlanmıştır. Afganistan ve Irak'ın onlar için
bir bataklığa dönüşmesi nedeniyle de pis işlerini yaptıracak bir taşerona
ihtiyaçları var. İsrail'in artan saldırganlığı Büyük Ortadoğu Projesinin
asıl hedeflerinin refah, barış ve demokrasi olmadığını da bütün çıplaklığı
ile ortaya koyuyor.
Kanlı tarih
Süreci anlamak için Lübnan'ın yakın tarihine de bakmak gerekiyor. Lübnan,
nüfusun çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşacak şekilde Fransız emperyalizmi
tarafından kurulmuştu. Lübnan'ın yakın tarihini Filistin'inkinden ayıramayız.
Geçmişte İsrail'in katliamlarından kaçan Filistinliler, Ürdün'e ve Lübnan'a
gitti. En yoksul Filistinliler mülteci kamplarında sıkışıp kaldılar. Her
iki ülkede de Filistinliler nüfusun önemli bir kesimini oluşturuyorlar.
Yoksul Filistinliler, Lübnan solunun doğal bir ittifakıydı. Sağ Hıristiyan
güçlerin Filistin kamplarına saldırmasıyla çok sayıda Filistinlinin ölümüne
neden olan bir iç savaş yaşandı. Çoğunluğunu Suriyeli askerlerin oluşturduğu
bir Arap Savunma Gücü 1976'da Lübnan'ı işgal etti. Batı desteğiyle yapılan
bu işgal iç savaşta Hıristiyanları destekleyen bir müdahaleydi.
Çok uluslu güç sivilleri korumadı
1970'de Filistin Kurtuluş Örgütü liderliği Lübnan'a sürüldü. İsrail ise
etnik temizliği kendi sınırları dışına taşımaya yöneldi. Üç yıl süren
çatışmalardan Ariel Şaron, Lübnan'ı Beyrut'a kadar işgal etme ve FKÖ'yü
yok etme planını başlattı. ABD, Fransa ve İtalya askerlerinden oluşan
çok uluslu bir güç 11 bin FKÖ üyesini Lübnan'dan çıkardı. Kadınlar ve
çocuklar geride bırakıldı. Bu çok uluslu güç sözde Filistinli sivilleri
koruyacaktı, ama bunu güvence altına almadan çekildi. İsrail de Hıristiyan
Falanjist milislerini göndererek Sabr ve Şatilla kamplarında bulabildikleri
bütün Filistinlileri öldürdüler.
Bu katliamdan sonra çok uluslu güç yeniden gönderildi. 1983'te bir intihar
saldırısının 300 ABD askerini öldürmesi sonucu ABD çekildi. Sur'daki bir
patlama da İsrail ordusu karargahını yok etti. Bunlar Hizbullah'ın liderlik
ettiği direniş hareketinin başlangıcının habercisiydi.
Şii Emel örgütünden ayrılarak kurulan Hizbullah'ın 17 yıl boyunca sürdürdüğü
mücadele sonucunda İsrail ve Güney Lübnan Ordusu Lübnan'dan atıldı. Güney
Lübnan Ordusu halen K. İsrail'de bulunmaktadır. Hizbullah'ın bu savaştaki
başarısı Güney Lübnan'daki yoksul kesimler arasındaki derin köklerine
dayanıyordu.
Geleceğimizi etkileyecek
Sosyalistler olarak Hizbullah'ın İslamcı politikalarını desteklemiyoruz.
Suriye ve İran hükümetinin politikalarını da desteklemiyoruz. Taliban
ve Saddam Hüseyin hükümetlerini de hiçbir zaman desteklemedik. Ancak ABD
ve İngiltere'nin bu çatışma ve savaşlardaki galibiyetinin sadece Ortadoğu'da
değil, Venezüella, Bolivya ve tüm dünya da yenilgiye neden olacağını biliyoruz.
Ortadoğu'yu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmaya
çalışanlara karşı direnenlerin yanında taraf tutmamız gerek. Bu Hamas,
Hizbullah ve Irak direnişidir. Çatışan taraflar arasındaki fark konusunda
net olmamız Lübnan'a çok uluslu bir sözde barış gücünün gönderilmesi söz
konusu olduğunda çok daha önemli olacaktır.
'Barış Gücü'nün ne anlama geleceği konusunda herhangi bir şüphesi olan
Olmert'e bir kulak versin; Olmert'e barış gücünde Alman askerlerini tercih
edip etmeyeceği sorulduğunda "Onlar bize niye ateş etsin ki. Barış
gücü bizi savunmak için gelecek!" dedi.
Bu mücadelenin gidişatı geleceği belirleyecek. Biz bir fark yaratabiliriz.
Savaş karşıtı hareketler, bölgeye dışardan orduların müdahale etmesini
engellemek için mücadele etmelidir.
İsrail şiddetinin kökleri
Tony Cliff
Filistin'deki deneyimlerimi gözden geçirdiğimde, bugünkü dehşetin, o
günkü küçük olaylardan başlayarak nasıl serpilip geliştiğini görebiliyorum.
Annem ve babam siyonist öncülerdendi, sayıları ancak birkaç bini bulan
siyonistlere katılmak için 1902'de Rusya'dan Filistin'e göçmüşlerdi.
Bir siyonist olarak büyüdüm, ama o zamanlar siyonizmin şimdiki gibi çirkin
bir yüzü yoktu. Yine de siyonistlerle Araplar arasında esaslı bir çatlak
her zaman vardı. Bu aynı çatlak siyonistleri geldikleri ülkelerdeki sıradan
insanlardan da ayırıyordu. 19. yüzyıl Rusyası'nda Çar II. Alexander 1891'de
öldürüldü. Ertesi yıl Rusya'daki aşırı sağcılar Yahudilere karşı planlı
bir katliam düzenledi. Sosyalist Yahudiler buna, Çarlığa ve sağa karşı
birlikte mücadele çağrısında bulunarak tepki verdiler.
İkinci tepki ise siyonizmdi. Siyonistler, "Yahudiler kendilerinden
başka hiç kimseye güvenemez" diyerek Filistin'e gitmeye başladılar.
Arap topraklarını, çoğunlukla buralarda yaşayanları kovarak, ele geçirmeye
başladılar, binlerce işsiz Arap'a karşı sistematik bir ayrımcılık uyguladılar.
Araplar nüfusun en az yüzde 80'ini oluşturmasına karşın, okulumda tek
bir Arap yoktu. Babam bana "Bir Arap'a ancak silahla nişan alarak
bakılır" derdi.
Emek ve ürün
Siyonistler kendi sendikaları olan Histadrut'u ve "Yahudi emeğini",
"Yahudi ürünlerini" savunmak için iki fon oluşturdular. Bu fonlar,
Arapların Yahudi işyerlerinde çalışmasını ve Arap ürünlerinin Yahudi pazarına
girmesini engelleyecek muhafızların örgütlenmesi için kullanıldı. 1944'te
Tel Aviv pazarının yakınında yaşıyorduk. Bir sabah eşim genç bir adamın
pazarda satıcı kadınlara yanaşıp bir şeyler söylediğini gördü. Bazılarına
dokunmadı, bazılarınınsa sebzelerinin üstüne gazyağı döktü, yumurtalarını
kırdı. Güney Afrika'dan henüz yeni gelmiş olan eşim "Ne oluyor?"
diye sordu. Olanlar basitti. Adam ürünlerin Yahudi ürünü mü, Arap ürünü
mü olduğunu kontrol ediyor ve Arap olanları yok ediyordu. O sıralarda
bu tür davranışlar henüz nadirdi ve bazı siyonistler hâlâ solcu bir dille
konuşuyordu. Siyonist yayıncılar Lenin'in, Troçki'nin kitaplarını basıyordu
örneğin. Ama Arap düşmanlığı önemini her zaman korudu. Sözde sosyalist
kolektif çiftlikler olan 'Kibbutz'lara hiçbir zaman tek bir Arap katılmadı.
Yahudilerin sahip olduğu toprakların çoğu Yahudi Ulusal Fonu'na aitti;
fonun tüzüğü ise Arapların mülk sahibi olmasını yasaklıyordu. Arap nüfus
topraklarından kovuldu. Filistin'i 1946'da terk ettiğimde, nüfusu 300.000
olan Tel Aviv'de bir tek Arap yoktu.
Kiralık siyonistler
Araplarla siyonistler arasında açık düşmanlık vardı. Desteğe ihtiyacı
olan siyonistler Filistin'e egemen olan emperyalistlerin yardımını bekliyorlardı.
İngiltere 1917'de Filistin'i işgal ettiğinde, siyonistler İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Balfour'a yazdıkları mektupta, Filistin'de siyonistlerin güçlü
olmasının İngiltere'nin çıkarına olacağını anlattılar. İkinci Dünya Savaşı
sırasında, ABD'nin özellikle Ortadoğu'da ana emperyalist güç olduğu anlaşılınca,
siyonist liderler dikkatlerini Washington üzerinde yoğunlaştırdılar. Siyonistler
satılık değilse de, her zaman kiralık olmuşlardır. Siyonizmin mantığı,
yani ister Rusya'da veya Polonya'da, ister Filistin'de Yahudi olmayan
halktan ayrı durma, emperyalizme bağımlı olmasını getirmiştir. Nazizmin
yükselişi de önemli bir unsur olmuştur. Alman büyük sermayesi Hitler'i,
Yahudilerden korktuğu için değil, Alman işçi sınıfından korktuğu için
desteklemiştir. Hitler'in kurbanları hem Yahudiler, hem Alman işçiler
olmuştur. Alman işçileri 1933'te kitlesel bir mücadele vermeden Hitler'e
yenildiğinde, siyonizm çok güçlendi. Almanlara duydukları güveni yitiren
Yahudilerin bir siyonist devleti tek çare olarak görmesi normaldi.
Filistin'de ise siyonist vahşet yükseliyordu. 1948'de ilân edilen İsrail
devleti, yüz binlerce Filistinliyi yurtlarından süren bir terör kampanyasıyla
gerçekleştirildi. Devlet, Der Yasin köyünde 240 sivilin katledildiği 'sınırlı'
bir katliamla doğdu. Erkekler, kadınlar ve çocuklar boğazlandı, bazıları
canlı canlı köydeki kuyulara atıldı.
Bedel
Araplar o günden bu yana bedel ödemek zorunda kalan tek halk değil. İsrail'in
sürekli müttefik arayışı, dünyadaki en gerici rejimlere askeri malzeme
sağlayan bir ülke haline gelmesine yol açtı.
Kimileri baskının her zaman ilerlemeye yol açtığını iddia eder. Yahudiler
korkunç baskı ve zulüm gördü, ama bu, onların ilerici veya devrimci olmalarını
garantilemedi. Gerçekte, zulüm güçsüzlükle birleşince gericiliğe yol açar.
Siyonizm, Rusya'daki devrimci güçlerden tutun Ortadoğu'daki anti-emperyalist
güçlere kadar tüm ilerici güçlerden ayrı durmak anlamına geldi.
İsrail'in eski başbakanı Begin'in 1930'lardaki örgütü İrgun'un üyelerinin
Hitler selamı verdiğini ve kahverengi gömlekler giydiklerini anımsıyorum.
1935'te, bir gün siyonistlerin sivilleri öldüreceğine asla inanamazdım,
Araplara karşı ayrımcılık yapıyorlardı, hepsi o kadar. Ama günümüzün acımasız
dünyasında çatlaklar büyüyor ve Yahudilerin ayrı duruş mantığı Lübnan'da
gördüğümüz dehşet görüntülerine yol açıyor. Bu vahşet siyonizmin mantığında
var. Arap işçi sınıfı, Ortadoğu'da siyonizmi durduracak ve emperyalizmi
yenecek tek güç. Mevcut devletlerin hiçbiri bunu yapamaz.
Kanlı Secere
- 1917'de İsrail İngiltere'yle, Filistin'de Yahudi bir devlet kurulmasına
izin veren Balfour Deklarasyonu'nu imzaladı.
- 1936'da siyonist milisler Filistinli işçilerin grevini beş bin Filistinli
öldürerek bastırdı.
- 1939'a kadar 20 bin Filistinli öldürüldü ya da yaralandı.
- 1946'da siyonistler King David Oteli'ni vurdu. 91 İngiliz, Arap ve Yahudi
hayatını kaybetti.
- 29 Kasım 1947'de BM, Filistin topraklarının %50'sini, nüfusun %30'unu
oluşturan Yahudilere verilmesini öneren bölünme anlaşmasını imzaladı.
- 1948'de İsrail Filistinlilere karşı etnik temizliğe girişti.
- 9 Nisan 1948'de siyonist Irgun çetesi Deir Yassin köyüne saldırdı. Birkaç
saat içinde 400 nüfuslu köyde 300 kadar insanı katletti.
- 14 Mayıs 1948'de İsrail devleti kuruldu.
- 1 Haziran 1948'e kadar İsrail 180 köy ve kasabayı tahliye etti. 391
bin kişi mülteci durumuna düştü.
- İsrail ancak Ocak 1949'da ateşkes ilan etti. Bu sırada Filistin topraklarının
% 80'ini ele geçirmişti. Yaklaşık 1 milyon Filistinli topraklarından atıldı.
- 1967'deki Altı Gün Savaşları'yla İsrail yayılmaya devam etti. Yüz binlerce
Filistinli kendini tekrar işgal altında buldu.
- 1982'de İsrail FKÖ'yü ortadan kaldırmak ve Filistin'deki direnişi kırmak
için bu kez de Lübnan'a saldırdı. Lübnan'daki mülteci kamplarında binlerce
Filistinliyi öldürdü.
- 1987'de Birinci İntifada başladı. On binlerce Filistinli hapse atıldı.
3 yıllık bir direnişten sonra intifada bastırıldı.
- 1993'te Oslo Anlaşması imzalandı. Ancak süreç İsrail'in Batı Şeria'yı
işgal etmesine dönüştü. İsrail'in Batı Şeria'daki nüfusu 7 yıl içinde
100 binden 200 bine çıktı. 3 milyon Filistinli mülteci için herhangi bir
çözüm üretilmezken 1997-2000 arasında Filistinli mülteci sayısı %10.5
arttı.
- 2000'de Ariel Sharon'un El Aksa Camii'ne gitmesi İkinci İntifada'yı
başlattı. 2001 yılında Sharon İsrail başkanı seçilirken, İsrail daha da
vahşi bir tutum içine girdi. F-16 uçakları Filistin şehirlerinin üstüne
3 ton bomba yağdırdı. 29 Mart 2002'de yüzlerce İsrail tankı Batı Şeria'daki
köy ve kasabaları işgal etti.
- 12 Temmuz 2006'ya geldiğimizde İsrail bir kez daha Lübnan'ı işgal etti.
Bir ayda 1200'den fazla Lübnanlıyı katletti, Beyrut'u yerle bir etti.
"Hizbullah, siyonist teröre karşı mücadele etmekte haklıdır"
İngiltere’deki savaş karşıtı hareketin önemli temsilcilerinden, Respect
Koalisyonu’nun milletvekili George Galloway:
"Savaş karşıtı hareket çok net bir tutum almalıdır. Barış taraftarı
olmak demek adaletten yana olmak demektir. Adaletsiz barış olmaz. Adaletten
yana olmak demek adaletsizliğe karşı tutum almak demektir. İsrail'in Lübnan'ı
işgal etmesi devasa bir adaletsizliktir.
Bu adaletsizliğe karşı direnenlerle tutum alıyorum. Bu direnişe Hizbullah
liderlik ediyor. Bu direnişi, Hizbullah ulusal direniş hareketini ve lideri
Hasan Nasrallah'ı yüceltiyorum."
sayfa başına dön
|