|
Toplumsal
barış için birlikte mücadele edelim
"Kürt Sorununda Yol Ayrımına Gelindi"
Çiğdem Özbaş, DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş ile Dünya Barış
Günü çalışmaları ve seçimlere yönelik öngörüleri üzerine görüştü.
1 EYLÜL Dünya Barış Günü çerçevesinde Türkiye kamuoyuna bazı mesajlar
vermek istiyoruz.
Kürt sorununda çözüm veya çözümsüzlük konusunda ciddi bir tıkanmaya ve
yol ayrımına gelindi. Türkiye kamuoyunda çeşitli siyasi çevrelerce yükseltilen
şovenizme karşı halkların ortak sesini ve ortak yaşam irademizi bir kez
daha yüksek sesle dile getirmek istiyoruz.
Ortadoğu'da yükselen ve küreselleşme eğilimi gösteren savaş durumuna karşı
Ortadoğu halkları arasındaki ortak barışı savunacağız, ABD destekli İsrail
saldırılarını kınayacağız.
Buna bağlı olarak 3 Eylül'de özellikle İstanbul'da geniş bir yelpaze ile
bir miting örgütlemek istiyoruz.
Son dönemde çok ciddi belirsizlikler yaşanıyor. Bu belirsizlikler içinde
bazı eğilimler öne çıkıyor. Çok net bir şekilde Kürt hareketinin tasfiyesine
yönelik uluslararası müdahalelerin arttığı bir süreç yaşanıyor. Türkiye
her zamankinden daha fazla ABD'ye muhtaç bir pozisyonda, ama bir taraftan
da Ortadoğu'daki Kürt sorununu inkar eden bölgesel ittifaklara yaslanıyor,
İran ve Suriye ile bir araya gelmeye çalışıyor. Bu konuda ABD ile çelişkileri
var. Bir yandan ABD'ye yaslanma bir yandan da bölgesel ittifaklar oluşturma
sürecine karşı kararlı bir siyasi irade ortaya çıkmıyor.
Yaklaşan seçim atmosferi de maalesef bir çözüm iradesinin ortaya çıkışına
engel oluyor.
Ortadoğu ve Irak sınırına yönelik saldırılar tabanımızda ciddi bir hayal
kırıklığı ve yeni kaygıların oluşmasına neden oluyor.
DTP'de ne olursa olsun ‘meclise girmek’ konusunda bir mutabakat oluşmuş
görünüyor. Bağımsız adaylara yönelik ülke barajı tartışmaları bu anlamda
çok tepki görüyor. Tabanımızda, "bir halk olarak bu ülkenin parlamentosunda
temsil edilmemiz engellenmek isteniyor" biçimde aşırı bir dışlanmışlık
psikolojisi yaratıyor. Bu durum uzun vadede tehlikeli sonuçlara da yol
açabilir. Zaman zaman dile getirdik, ama DTP olarak bağımsız adaylarla
seçime girme konusunda bir değerlendirme ve kararımız yok. Aksine biz
geçmiş seçimlerdeki blok dene-yimlerinden de dersler çıkararak daha geniş
birliktelikler oluşturabilir miyiz diye ön tartışmalar da yürütü-yoruz.
Ancak çok yüksek anti-demokratik seçim barajı örgütlü yapımızda olmasa
da tabanımızda bağımsız aday çıkartma tartışmalarını güçlendiriyor. AKP
içindeki Kürt milletvekillerinin bağımsızlara ülke barajı getirilmesini
özellikle zorladıklarını biliyoruz, çünkü kendi yerlerini kaybetmekten
korkuyorlar.
İsrailleş-ME; K. Irak’tan Elini ÇEK!
Mesut Çelebioğlu
TÜRK egemenleri bir yandan İsrail'in yaptıklarını yarım
ağızla 'kınarken' öte yandan da bu vahşeti kendi çıkarlarına kullanmaya,
K. Irak'a askeri operasyon için zemin oluşturmaya çalışıyorlar.
Tayyip, İsrail'e birkaç laf ettikten sonra, "nasıl İsrail'in 'terörist'
Hizbullah'ı yok etmek için Lübnan'ı işgal etme hakkı varsa, Türkiye'nin
de K. Irak'taki PKK'yi imha etmek için Irak'ı işgal hakkı vardır"
diyor. İsrail'in Lübnan'da işlediği vahşeti haklı gören Tayyip ve generaller,
PKK'yi bahane ederek K. Irak'ta da benzeri bir katliam yapmak istediklerini
ortaya koyuyorlar. Hangi bahane ile olursa olsun Türkiye'nin sınır ötesi
bir operasyona girişmesine karşı çıkmalıyız. Bunun adı operasyon değil
savaş, işgal ve yayılmacılıktır; Türkiye'nin İsrailleşmesidir.
Geçen seneki bayrak krizinden bu yana Türk egemenleri planlı bir şe-kilde
Kürt halkı üzerinden provokasyonlara girişiyor (linç girişimleri, Şemdinli
ve en son Diyarbakır'daki olaylar). Bölgede çatışma havasını tekrar diriltiyor,
Kürtler üzerinden gerginlik politikaları yürütüyorlar.
K. Irak'a yapılacak bir operasyon Türkiye'de barış içinde birlikte yaşamanın
zemini dinamitler. Türkiye'de Kürtlerin barış taleplerinin üzerine tank
ve tüfekle gidilmesi sadece ve sadece çözümsüzlüğü güçlendirir.
İsrail'in Lübnan'a saldırısına tepkimizi koyarken Türkiye'nin K. Irak'a
operasyon girişimlerine karşı da tutum alalım.
Şiddete kilitlenen 'çözümsüzlük' bir seçenek değildir!
Türkan Uzun
KÜRT sorununda bir yol ayrımına gelindiği yaygınca ifade
ediliyor. PKK'nin 1993'te tek taraflı ateşkes ilan etmesinden sonra barışçıl
bir siyasi çözüme yönelişi ve iki taraflı ateşkes çağrıları yıllardır
muhatap bulamadı. Türk egemenleri ateş kesmek bir yana Kürt halkını sürekli
provoke eden, çatışamaya zorlayan bir çizgi izlediler. Tayyip Erdoğan'ın
dillendirdiği 'çözüm' hızla gerginlik ve imha politikalarına dönüştü.
Türk egemenleri sürekli terör sorunundan bahsedi-yor, ama Kürt sorununa
barışçıl siyasi bir çözüm için adım atmıyor, Kürt hareketinin siyasi ifade
kanallarını da sürekli tıkı-yorlar. "Kürtler ABD ile görüşüyor, Türkiye'yi
bölmek istiyorlar" propagandası ile şovenizmi körüklerken kendileri
ABD emperyalizmi ile Kürtler üzerinden kanlı pazarlıklara girişiyorlar.
AKP milletvekilleri ve bakanları Hamas ve Hizbullah ile görüşebiliyor,
ama Kürt halkının meşru temsilcilerini muhatap almıyorlar. Ordusuyla,
hükümetiyle Türk egemenleri sadece ve sadece çözümsüzlük üreti-yor. Sorunu
ortaya çıkaran da çözümsüz bırakan da onlar.
Türkiye'de Kürt sorununda bir yol ayrımına gelindiği noktada Amerikan
Armed Forces Journal'da (Silahlı Kuvvetler Dergisi) Ralph Peters'in Ortadoğu'da
istikrarsızlığın en önemli nedeninin, Avrupalıların kendi çıkarları doğrultusunda,
gelişi güzel çizdikleri sınırlar olduğunu savunan bir makalesi yayınlandı.
Peters, 'Kanlı Sınırlar' başlığı ile yayınlanan makalesinde bu sınırların
bölgedeki azınlıkların durumu göz önüne alınarak yeniden çizilmedikleri
taktirde Ortadoğu'da istikrar-sızlıkların sonu gelmeyeceğini ifade ediyor.
Dolayısıyla yol ayrımındaki tek tek çatalların adı artık konulmuş oldu.
Türkiye'de ya barışçıl siyasi bir çözüm üzerine Kürtler ile birlikte yaşamanın
koşulları oluşacak ya da ABD güdümünde Irak, İran, Türkiye ve Suriye'de
Kürtlerin yaşadığı bölgeleri kapsayan bir Kürdistan kurulacak.
Türk egemenleri uzun süreden beri bu iki seçeneğin farkında. Peters'ın
sınırların Avrupalıların çıkarları için gelişi güzel çizildiği tespiti
de doğrudur. Ancak Türk egemenleri de Peters'in patronları Amerikan neo-conlar
(yeni-muhafazakar) da sınırların ezilenlerin değil, kendi çıkarlarına
uyumlu olmasını istiyorlar.
Büyük Ortadoğu Projesi halklar için özgürlük ve demokrasi değil, ABD'nin
petrol ve egemenlik çıkarları için bölgenin yeniden yapılandırılmasıdır.
Bu proje başarılı olursa bölgenin bütün halkları kaybedecek. Bu proje
ile işbirliği yapan liderler de kendi halklarını emperyalizme teslim etmiş
olacaklar.
Ancak Türkiye'de Kürt sorunu konusunda içinde bulunduğumuz çözümsüz-lük,
kadının aşağılandığı ve şiddete maruz kaldığı, ama boşanma hakkının tanınmadığı
zora dayalı bir evli-liğe benziyor. Böyle bir ortamda kadının da güç kullanacağı
ve iki tarafın şiddete kilitleneceği çözümsüz-lük, seçeneklerin en kötüsüdür.
Bizler anti-emperyalizm lafzını Türkiye'de ezilen halklar ve azınlıklar,
işgal altında yaşayan Kıbrıslılar aleyhine işletmeye çalışan 'yurtsever'ler
değiliz. Türk milliyetçiliği sürekli imha eden, ezen ve provoke edenden
yana tutum aldığı için Türk işçi, köylü ve yoksullarını da egemenlere
tabi kılar.
Muhalefetin, anti-terörizm argümanı temelinde herhangi bir çözüm üretemeyeceği,
sadece devletin saldırganlığına hizmet edeceği gerçeği de artık iyice
netleşmiştir.
Bu denkleme, hareket noktası şovenizm veya anti-terörizm olmayan, öncelikle
Türk devletinin askeri ve çözümsüz yaklaşımlarını hedef alan, adil ve
demok-ratik bir çözüme ulaşmaya yönelik bir siyasi irade ve bunu kazanacak
bir mücadele eklenmelidir.
Eşit haklılık ve gönüllü birliktelik temelinde birlikte varolma, emperyalizmin
bölgedeki oyunlarına da birlikte direnme koşullarını oluşturur.
Yoksa Kürt halkının kendi kaderini ayrılıktan yana tayin etmesine, emperyalizm
işbirlikçisi bir Türkiye'de inkar ve imha edilmektense kendi devleti için
işbirliği yapmasına ne şaşırırız ne de karşı çıkabiliriz.
Sonuçta Türkler de Kürtler de emeryalizme ayrı ayrı yenik düşer.
Toplumsal barış, eşitlik ve ‘gönüllü
birliktelik’ için 3 Eylül’de alanlarda olalım!
sayfa başına dön
|