Güncelleme:
22.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Nükleer Enerji Temiz(miş); Üstelik Ucuz(muş) ve de Barışçıl(mış)!?!

Türkan Uzun

Dünyada nükleer enerjiye dönüşün önü açılmak isteniyor. ABD ve İngiltere yeni nükleer santral projelerinin peşindeler. Türkiye'de Sinop ve başka illerde nükleer santral kurulması gündemde.
Nükleer enerjinin iklim değişikliğine çevre dostu bir çare olduğu iddia edili-yor. Yalan söylüyorlar. Dünyanın geleceğini tehdit eden iklim değişikliğinin başlıca nedeni fosil yakıtlardır, ancak bunun alternatifi nükleer gibi ölümcül bir enerji türü değildir.
Doğru, iklim, farklı şekillerle değişiyor. Bu değişimlerin hepsi de olumsuz. Kimi yerlerde dev kasırgalar ölüm ve yıkım saçıyor. Kimi yerlerde hava sıcaklığı artarak kuraklığa neden oluyor. Başka yerlerde ise ısı artışından dolayı eriyen kutup buzulları sıcak okyanus akıntılarının dengesini bozarak havanın soğumasına neden oluyor.
Bu olumsuz değişikliklerin asıl nedeni fosil yakıtların havaya saldığı CO2 gibi sera etkisi yaratan gazların, atmosferin güneş ışınlarını filtreleyen Ozon tabakasında delik açmasıdır. Kyoto Protokolü gibi aslında gerçek çözümler üzerine durmayan, ama sera gazlarının emisyonunu azaltmaya yönelik olarak sunulan girişimler bile ABD'nin bu anlaşmayı hayata geçirmemesi yüzünden sekteye uğruyor.
Dolayısıyla fosil yakıtlar dünyanın bir kısmını yeni bir buzul çağına, başka bölgelerini de kuraklığa itebilecek kadar büyük bir tehlike oluşturuyor. Ancak nükleer enerji sadece elektrik üretimi için uygundur. Fosil yakıtla elektrik üretimi iklim değişikliğini etkileyen nedenlerin sadece 1/3'üdür. Yani en iyi ihtimalle nükleer enerji soruna sadece kısmen çare olabilir.

Çevre dostu değil
Ancak nükleer enerji fosil yakıtlardan daha çevre dostu değildir. Arif Künar Neden Nükleer Santralarla Hayır kitabında (EMO Yayınları, 2006) şunları söylüyor:
"Evet, nükleer santralar CO2 gazı üretmiyor ancak; uranyum madeninin çıkarılmasından, zenginleştirilmesine ve yüz binlerce yıl etkisi devam eden radyoaktif atıkların sızıntılardan, soğutma suyundan ve kazalardan sonra yayılan radyasyonun etkisi milyonlarca insanın ve doğanın kirlenmesine, yok olmasına neden oluyor."
Dünyadaki uranyum rezervleri 6.000.000 tondur ve hiç yeni santral kurulmasa bile şu anda mevcut olan santrallere ancak 50 yıl yetecek kapasi-tededir. Bu uranyumun nükleer santrallerde kullanılabilecek yakıt olabilmesi için gerekli çıkarma ve zenginleştirme faaliyeti sırasında da havaya sera gazları yayılıyor.
Daha da önemlisi nükleer santrallerin atıklarının yüz binlerce yıl süren radyasyonunu güvenli bir şekilde depolayacak teknoloji yok. Nükleer atıklar şu anda dağların içi oyularak, konteynerler içinde saklanıyor. Yani radyasyonu izole etme kapasitesi sınırlı konteynerler doğanın içine bırakılıyor. Bu insan yapımı bir çevre felaketidir. Bu işin ne denli tehlikeli olduğunu herkes biliyor. Bu yüzden zengin ülkeler, radyoaktif atıklarını Güney Afrika gibi daha yoksul ülkelerde gömmeye çalışıyorlar. Tabii ki atıkların taşınması sırasında kaza ve radyasyon sızıntısı tehlikesi de cabası.
Nükleer santrallerin enerji üretimi sırasında reaktörü soğutmak için saniyede 10 ton gibi büyük miktarlarda suya ihtiyaç duyar. Dolayısıyla santraller deniz ve su akış debisi yüksek nehir kıyılarına kurulmak zorundadır. Reaktörü soğutan ve daha sonra yine deniz ve nehirlere geri pompalanan sularda radyasyon birikmesi meydana geliyor. Ayrıca Fransa'da henüz soğumamış reaktör sularının nehirlere pompalanması sonucu meydana gelen çevre felaketleri de söz konusu.
Nükleer santrallerin kendisi saatli bomba gibidir. Nükleer santrallerin yüzde 100 güvenli olduğu iddiasının ne denli büyük bir yalan olduğunu Çernobil kazasında gördük. Bütün bölge radyasyona maruz kaldı. Kaza sonucu ölenlerin yanı sıra Trabzon gibi illerde kanser oranında yüzde 60'lık bir artış meydana geldi. Kanserden ölenlerin sayısı giderek artı-yor. Halen kazanın etkileri sürüyor, bu etkilerin boyutu bile tam olarak saptanamıyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Anan 2016'ya kadar kesin bir şey söylenemeyeceğini itiraf etti.
Tehlike sadece Çernobil gibi büyük kazalardan da kaynaklanmıyor. Santrallerin sözde normal işleyişleri sırasında da radyasyon tehlikesi söz konusu. Fransa elektrik enerjisinin yüzde 75'ni nükleer santrallerden sağlı-yor. La Hague gibi nükleer santrallerin eolduğu bölgelerdeki çocuklarda lösemiye yakalanma oranının başka bölgelere göre çok daha yüksek olduğu belirlendi.

Pahalı
Bir nükleer enerji santrallinin kurulum maliyeti 3.5 - 5 milyar dolar arasında değişiyor. Bu enerji türlerinin en pahalısıdır. Bir kilowatt saat nükleer enerji üretmenin maliyeti 7.5 cent ile yine işletim aşamasında en pahalı enerji türüdür. Radyoaktif atıkları güvenli olmaması nedeniyle saklama maliyetleri onlarca milyar doları buluyor.
Halbuki çevreye sera gazı emisyonu vermediği gibi etrafında tarım yapılabilecek kadar çevre ile uyumlu bir rüzgar santrallinin kurum maliyeti 1.5 milyar dolar, bir kilowattsaat enerji üretim maliyeti de 4.5 centtir. Rüzgar ve güneş enerjisi gibi alanlara doğru dürüst yatırım yapılsa bu maliyetler de ucuzlar. Ulaşım alanında fosil yakıt kullanmayan alternatif teknolojiler hızla gelişiyor, ancak petrol lobisi nedeniyle uygulama alanı bulamıyor.
Petrol gibi pis ve uğrunda Ortadoğu'nun kana bulandığı bir yakıtın alternatifi nükleer gibi ölümcül bir enerji olamaz. Sinop veya herhangi başka bir ile nükleer santral kurulmasına karşı mücadeleye güç verelim, hem elektrik üretiminde hem de ulaşımda çevre ile uyumlu alternatif enerji türlerine yönelen bir politika değişikliği talep edelim.

Nükleer bomba istemiyoruz!

Nükleer santrallerin birincil işlevi nükleer bomba üretimektir. Elektrik enerjisi asılında bir yan üründür. ABD'den başlamak üzere nükleer enerji, bomba üretimi üzerine gelişti. Dolayısıyla Türkiye'deki nükleercilerin birincil hedefinin nükleer bomba olduğunu tespit etmek gerekiyor. Bugün Sinop ve başka illerde nükleer santral kurmak isteyenler veya kurulmasını destekleyenler açıkça "bölge ülkeleri nükleer bomba üretiyorlar, bizim de olsun" diyor, Türkiye'nin Ortadoğu'da İsrail ile birlikte nükleer bir güç olmasını istiyorlar. Bu da Büyük Ortadoğu Projesi ile birlikte Türkiye'nin bölgeye karşı bir yandan vurucu diğer yandan da model ülke olarak yapılandırılması ile ilgilidir.
"Bizim de olsun" diyenler, bölgede ve dünyada nükleer silahlanma yarışını destekliyorlar. Bu yarışta ABD 9600, İsrail ise 300 nükleer bomba ile hayli öndedir.
İran'ın nükleer bomba üretmek istediği iddia ediliyor. İstiyorsa da bunun nedeni İsrail'in 300 bombası olmasıdır. İran'ın nükleer silah yarışına katılmasını olumlamıyoruz ancak bunun çaresi ne İran'a karşı Türkiye'nin de ortak olacağı bir savaş ne de nükleer bomba edinme çabasıdır. Çözüm İsrail, ABD ve diğer ülkelerin silahsızlandırımasıdır.
Nükleer bomba üretimi için kullanılacak her kuruş eğitim, sağlık, ulaşım gibi en temel hizmetlerden ve alternatif enerji geliştirme çabalarından çalınacaktır. Bomba istemek, Türkiye egemenlerinin "büyük güç" olma sevdası için toplumun çoğunluğunun fedakarlık yapmasını istemektir.
Silahlanma yarışına var gücümüzle karşı çıkmalıyız. Bu yarış bütün dünyayı ve bölgeyi topyekün yok oluşlara sürükler. Bölgede barış mücadelesi silahsızlanmanın ve kaynaklarımızın insanca yaşam koşullarının oluşturulması için kullanılmasının önünü açacaktır. Bomba değil iş, ekmek, okul, hastane istiyoruz.

 

Batıda felaketlere yol açan, sızıntı yapan santralleri de mi Ruslar kurdu!?

Mesut Çelebioğlu

Çernobil felaketinin sorumluluğu geri Sovyet teknolojisine atılıyor, Türkiye'de kurulması düşünülen santrallerin ileri batı teknolojisine sahip olduğu ve bunların güvenli olduğu söyleniyor!
Dünyada (hem batıda, hem doğuda) sızıntı yapmamış ufak/büyük çevre felaketi yaşatmamış santral yok! Ama ayrıca: "Sadece ABD'de bugüne kadar Nükleer Denetleme Komisyonu'nun kayıtlarına göre, felakete yol açabilecek derecede 169 'kaza' olmuştur. Japonya'da 1992'de tam 20 tane önemli kaza rapor edilmiştir.” (Küresel Boyutlarıyla Nükleer Enerji, Prof. Dr. Hayrettin Kılıç - nükleer fizik uzmanı).
Dahası:
- 1957 Windscale (İngiltere)
- 1979 Three Mile Island (ABD)
- 1999 Tokaimura (Japonya)
- 1999 Wolsung (Güney Kore)
- 2004 Mihama (Japonya)
santrallerinde büyük 'kaza'lar meydana geldi; bunların sonucunda onlarca insan ilk anda öldü, yüzbinlercesi yüksek radyasyona maruz kaldı, o bölgelerde gelecek nesillere de akseden kanser ve sakat doğumlar meydana geldi/gelecek.
Sanırız yukarda 'kaza' yapan santralleri de Sovyetler yaptı; zira 'ileri' batı teknolojisi böyle hatalar yapmaz!
Kaynak: Neden Nükleer Santrallere Hayır?

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git