Güncelleme:
22.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Tarihimizden:
15-16 Haziran 1970: 'İhtilal Provası'

68'in mücadele ateşi, Türkiye'yi de etkisi altına almıştı. İktidarda olan egemen sınıfın has partisi Adalet Partisi ve lideri Süleyman Demirel, sendikalara yönelik Türkiye çapında yüzde 10'luk temsiliyet gerektiren bir çalışma yasasını haziran ayında meclisten geçirmeye çalıştı. Bu yasa, 1967'de kurulan ve çok sayıda militan işçiyi bir araya getiren, büyük hak kazanımları ile sonuçlanan grev mücadelelerini örgütlemiş olan DİSK'in önünü fiili olarak kapatmaya çalışıyordu.
İşçiler farklı sendikalarda örgütlü olsalar da, devletin bu müdahalesine gerekli olan sert yanıtı verdiler. Tarihe 'Türkiye'yi sarsan 2 gün' olarak geçen 15-16 Haziran Direnişi, tabandaki DİSK'li, Türk-İşli ve bağımsız sendikalara mensup işçilerin birleşik mücadelesiyle gerçekleştirildi. Bunu gören kimi işadamlarını ülkeyi terk edecek kadar korktular.
15-16 Haziran Direnişi'ni işçilerin yürüyüşünü engellemeye çalışan polis ve asker barikatları durduramadı. İşçi-ler birleşik bir şekilde barikatlarla birlikte ordunun kutsallığını da aştılar, kaymakamlık gibi devlet kurumlarını hedef aldılar. Kazanmak için önlerine çıkan bütün engelleri aştılar.
Ne var ki direniş bittirildi. Fransa'da 1968 Genel Grevi'ndeki gibi direnişi sonlandıran sendika liderliğinin "evine dön" çağrısı oldu. Bu çağrıya karşı alternatif oluşturabilecek kadar sınıf merkezli bir sol örgütlenme ise yoktu.
Söz konusu işyasası 1972'de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ne var ki bu arada 1971 darbesi gerçekleşmiş ve Denizler de asılmıştı. İşçilerin geri çekilen isyanın yerini ordu müdahalesi doldurmuştu. Radyoya çıkıp işçilere çağrı yapan DİSK lideri Kemal Türkler de daha sonra suikasta kurban gidecek, 1980 darbesi de DİSK'i kapatacaktı. Yani mücadelenin geri çekilmesi ne sendikayı ne de sendikacıları kurtardı, işçilerle birlikte bütün toplum ve solcular ağır bedeller ödedi.
15-16 Haziran Direnişi neyin mümkün olabileceğini gösterdi. İşçi sınıfının birleşik gücü karşısında ne asker ne patron dayanabilir. Bunu temel almayan bir sendikal liderlik ve solculuk mücadeleyi sekteye uğratır. Sınıfın, sendikal liderlik karşısındaki zaafı kendinden menkul silahlı grupların öncülüğü değil ancak sınıfın içinde köklü birleşik bir taban hareketi yaratmakla aşılabilir.
15-16 Haziran, tarihimiz olduğu kadar da geleceğimizdir. Yeni direnişlerin zaferle sonuçlanması bugünden işçi sınıfının en genel çıkarları ve bunun örgütsel-fikirsel ihtiyaçları merkezli bir mücadelenin inşasını gerekli kılmaktadır.

 

"Birlik olduğumuzda her şeyi çözebiliriz"

15-16 Haziran'a 23 yaşında bir Otoyol işçisi olarak katılan Abidin Açan direnişi anlatıyor.

Maltepe'de Koç'a ait otobüs ve treyler üreten Otoyol fabrikasında pres opera-törü olarak çalışıyordum.
Fabrikamızda Türk-İş ya da DİSK'te olmayan, Bağımsız Otomobil-İş diye bir sendika vardı.
15 Haziran'da çevredeki fabrikalar iş bırakma eylemine başlayınca işveren fabrikayı tatil etti. Tatil kararı üzerine işyeri temsilcilerimiz toplantı yaptı. Bizlere 16'sı sabahı fabrikaya gelme-miz, ama soyunmadan gelişmeleri beklememiz söylendi. Fabrikada "bugün senin sendikanı kapatan, yarın seni de kapatır" diye tartışılıyordu.
16'sı sabahı çevre fabrikalardan bir çok işçi toplu halde bizim fabrikaya geldiler. Hep birlikte fabrikadan çıktık. O grupla birlikte 500 kadar kişi Tekel'e yürüdük. Tekel işçileri de bizimle çıktı.
Minibüs yolundan yürümeye başladık. Yol boyu irili ufaklı bir çok iş yeri vardı. Bazı işyerlerinde işverenler, işçileri fabrikaya kilitleyip çıkmışlar. Onları da çıkardık. Sayımız 50 binden 100 bine kadar çıktı. Türkiye genelinde bir milyon insan sokaktaydık.
Başlangıçta engel yoktu. İlk, Suadiye civarında askeri birlikle karşılaştık. Engellemek istediler ancak kalabalığı görünce vazgeçtiler. Çoğalarak yürüyorduk. Aramızda yaşlılar, kadınlar, sakallılar, elerinde bayrakları olanlar vardı.
Yürüyüşe sabah 10 civarı başlamıştık, akşam üzeri 3-4 gibi Kuşdili'ne vardık. Fabrikada bana Menderes propagandası yapan işçiyi bir ara elinde Türk bayrağı ile en önde gördüm. Ona "senin burada ne işin var?" dediğimde "o iş ayrı bu iş ayrı" dedi.
Yol boyunca İzmit tarafından yürüyen işçilerin de Ankara asfaltından bize yaklaştıkları haberini alıyorduk. Hedef Kadıköy Kaymakamlığı'ydı. Kaymakamlık önüne gelinceye kadar ben işyeri arkadaşlarımı kaybetmiştim, fakat eyleme katılan herkes arkadaşım olmuştu.
Şimdiki Fenerbahçe stadyumunun olduğu yerdeki köprüye vardık. Orada polis önümüzü kesti. Genç işçilerden oluşan öndeki 100 kişilik grup polis engelini aşmayı başardı. Ancak barikatın öbür tarafında da askerler vardı. Bir süre ara sokaklara çekilmek zorunda kaldık. Yarım saat kadar sonra arkadaki grup da barikatı aştı. Kaymakamlığın etrafını asker ve polis sarmıştı. Havaya ateş açtılar. Panik oldu, ara sokaklara kaçıştık. Sonra tekrar geri dönerek Haydarpaşa Köprüsü'ne yürüdük. Köprüde askerler vardı. Askerin karşısında oturduk.
Akşam mahalleme döndüğümde sıkıyönetim ilan edildiğini duydum. Bir sonraki gün sıkıyönetim tarafından görevlendirilmiş, mavi bereliler fabrikaya geldiler. Gazetedeki resimlerine bakarak işçilerin bir kısmını götürdüler. Huzursuz bir şekilde kasım ayına kadar işe devam ettim.
Sonra demir yollarında çalışmaya başladım DEMAR (Demiryolu Makinist, Ateşçi ve Revizörler) derneğini kurduk. Bu süreç BTS'ye (KESK'bağlı Birleşik Taşımacılık Sendikası) kadar geldi.
15-16 Haziran eylemlerinin en önemli yanı birlik olduğumuzda her şeyin çözülebileceğini görmekti. 12 Eylül darbesine kadar DİSK yaşadı. Demokratik yönden hak alabileceğimizi gördük.
O günlerde hak grevi, dayanışma grevi vardı. Grevde olan bir fabrikamız varsa fabrika çıkışında onların yanına giderdik. İşçiler korkusuz ve her şeyi hallederiz havasındaydı.
"İşçiyiz, güçlüyüz" hissi egemendi. Dünyada yaşayan bu tür eylemler bizi etkilemişti.
15-16 Haziran beni çok etkileyen, hayatım boyunca çocuklarıma ve torunlarıma anlatacağım bir eylem oldu.

 

İlk büyük ayaklanma!

18 yaşında Dev-Gençli bir sendika çalışanı olan Salih Kurtoğlu direnişi anlatıyor.

Parlamentoda 274-275 sayılı kanunlarda yapılan değişiklik sınıf sendikacılığını ortadan kaldırmaya yönelik bir müdahaleydi. DİSK'in İstanbul'da örgütlü olduğu iş yerlerinde işçiler iş bırakarak tepkilerini gösterdiler. Avrupa yakasındakiler Eminönü'ndeki valiliğe doğru, Anadolu yakasındakilerde Pendik'ten başlayarak Ankara asfaltını kapatıp Kadıköy Kaymakamlığı'na doğru yürüyüşe başladılar. Emniyet güçleri durdurmaya çalıştı, ama işçiler tankların üzerinden geçerek yürüyüşe devam ettiler.
Bu, Türkiye işçi sınıfının ilk büyük ayaklanması ve iktidara yürüyüşüydü. Ben de 18 yaşında Dev-Genç'li bir genç olarak DİSK'e bağlı Maden İş Sendikası Basın Dairesi'nde çalışıyordum, aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi'nin Fatih ilçesi gençlik kollarındaydım.
Ben, Gaziosmanpaşa ve Alibeyköy'den Edirnekapı'ya doğru işçilerle birlikte yürüdüm. Yol boyunca polislerin engelleme çabaları geri püskürtüldü, askeri birliklerin kurduğu barikatlar da aşıldı. Eyleme DİSK'e bağlı olmayan fabrikalar da katıldı. İşçiler tabandan karar alıyorlardı. Fatih ve Aksaray civarında öğrenci gençlik eyleme destek verdi.
Eylem ancak Cağaloğlu civarında civar illerden askeri destek alınarak durduruldu.
15-16 Haziran'ı hazırlayan belli koşullar vardı. Demirdöküm, Bereç Pil Fabrikası, Kavel, Rabak ve Otosan'da gerçekleşen grevler sınıfsal tavrı keskinleştirdi. İşçi sınıfı içinde DİSK, öğrenciler içinde Dev-Genç, parlamentoda TİP ve kırsalda mücadele eden arkadaşlar vardı.
15-16 Haziran yasalara karşı siyasal bir eylemdi. O günü yaşayanlar için olduğu kadar karşı taraftakiler için de çok önemliydi "kaleye kadar geldiniz, gol atamadınız" diyenleri çok duydum. Hakim sınıflar bu hareketi iktidara yürüyüş olarak gördüler. Tüm karşı tedbirler, derin devlet müdahaleleri, MHP, kontr-gerilla bundan sonra ivme kazandı.
Eylemin sürekliliği olabilseydi kazanabilirdi. Benim bilinçlenmemde çok önemli bir rol oynadı. İktidarın işçi sınıfı liderliğinde, üretimden gelen gücü kullanarak değiştirilebileceğini gördüm. Yürürken hepimizin tüyleri diken dikendi. Üretimden gelen gücümüzden emindik.
Sakıncalı askerlik sonrası Unilever'de işçi olarak çalışmaya başladım. 1974'te işçi temsilcisi, sonra baştemsilci, daha sonra Gıda İş (DİSK'e bağlı) bölge temsilcisi, en son dönemde DİSK Genel Kurul delegesi oldum.
İşçi sınıfı lideri olmamdaki mayam 15-16 Haziran eylemleri ve öncesindeki Demirdöküm eylemlerine dayanmaktadır. Çözümün enternasyonel düzeyde dünya işçilerinin birlikte mücadelesinden geçtiğine ve dünyanın sosyalizmle kurtulabileceğine olan inancım sonsuz.

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git