|
ABD
Ortadoğu’dan Defol!
Büyük Ortadoğu Projesi ABD'nin ‘Büyük Emperyalist Projesi’dir
Fikret Başkaya
11 Eylül 2001 sonrasında ABD ekonomik plandaki güç kaybını
durdurmak, XXI'inci yüzyılı bir Amerikan yüzyılı yapmak, velhasıl dünyayı
Amerikanlanştırmak için yoğun çaba harcıyor. Amaç, yegane kozu olan militer
plandaki üstünlüğünü kullanarak yeni bir emperyal stratejiyi dayatmaktır.
Çeşitli adlar altında üretilen "projeler" gerçek niyetleri gizleme
işlevi görüyor. İşte, 'Büyük Ortadoğu Projesi' denilen de bunlardan biridir.
Ne Afganistan'ın işgali 'terörle mücadele' içindi ne de Irak'ın işgali
insanlığı 'kitle imha silahlarından' kurtarmak içindi. İran'a yönelik
tehdidin asıl nedeni de İran'ın uranyum zenginleştirme programı değil...
Bütün bunlar saldırının gerekçesi ama gerçek nedenleri değildi. Asıl gerekçe
hegemonya aşınmasını durdurup tersine çevirmektir. ABD 1950 yılında dünya
GSMH'sının yarısına sahipken, bu günkü payı %20'nin biraz üzerinde. Doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarındaki payı da 1960’da %50'den %25'lere geri-lemiş
durumda. Sadece harcı âlem teknoloji ve ürünlerde değil, yüksek teknoloji
alanında da karşılaştırmalı üstünlüğünü kaybetmiş durumda. Buna karşılık
tek başına dünya silah stoğunun yarısına ve bu alanda mutlak teknolojik
üstünlüğe sahip.
ABD'nin İran'a 'ilgisinin' başlıca iki nedeni var: Birincisi, İran'ın
bilinen petrol rezervleri Suudi Arabistan'dan sonra ikinci sırada; ikincisi
ABD'nin emperyal çıkarları açısından İran'ın jeopolitik konumunun önemidir.
Güney Batı Asya'yı denetleminin yolu İran'dan geçiyor. Körfez'deki, Hazar
Havzası'ndaki ve Orta Asya'daki enerji kaynaklarının "güvenliği"
Amerikan hegemonyası için büyük öneme sahip. O halde İran'ın kendi doğal
zenginliği üzerinde söz sahibi bir özne olmasını engellemek gerekiyor
ki, bunun da yolu şu ünlü "önleyici savaştan" [preemptive war]
geçiyor. İran'ın her an Rusya, Çin, ve Orta Asya ülkeleriyle, vb. bir
enerji anlaşması imzalayıp ABD'nin emperyal hesaplarını tehlikeye atabileceği
korkusu, Washingon'daki startejistleri telaşlandırıyor. ABD'nin emperyal
projesinin başarısı Avrasya bölgesini denetleme yeteneğine bağlı. Başta
petrol ve doğal gaz olmak üzere, dünyadaki stratejik hammadelerin denetimi,
ABD'nin yeni emperyal projesi için kritik öneme sahip. Fakat söz konusu
stratejik kaynaklar aynı zamanda rakiplere karşı bir koz olarak da kullanılabiliceği
için, ABD'nin hegemonik-emperyal emelleri bakımından önemli.
Fas'tan Pakistan'a kadar geniş bir coğrafi bölgeyi içine alan 'Büyük Ortadoğu
Projesi' her ne kadar bölge halklarına demokrasi, insan hakları ve refah
vaad ediyor görünse de, bu tür söylemler seyirciyi oyalamak içindir. Asıl
amaç bölgede yaşayan yüzmilyonlarca insanın durumunu iyileştirmek değil,
ABD'nin emperyalist projesini dayatmaktır. Zira, emperyalizmin hiçbir
zaman özgürlük, insan hakları, refah gibi kaygıları olamaz. Böyle bir
şey eşyanın tabiatına de aykırıdır...Tam tersine emperyalizm, özgürlükleri
ve toplumların refahını engelleyebilmeye bağlıdır. Emperyalizm, halkların
kendi beşeri ve doğal kaynaklarını kendi refahları için kullanılmasını
engellemekle mümkündür.
Bir yanılgı da ABD'nin saldırganlığını G. Bush ve yeni-muhafazakârlar
denilen kliğin 'aşırılığı' ve 'marifeti' olarak görmektir. ABD'nin saldırganlığı
ABD kapitaliz-minin, emperyalizminin ve dünyayı Amerikanlaştırma hedefinin,
yeni emperyal stratejisinin bir gereğidir. Personelle değil, sistemle,
sistemin mantığı, işleyişi ve dayatmasıyla ilgilidir. Amaç, vakitlice
reel ve potansiyel rakipleri etkisizleştirmektir. Saldırganlık güç kaybını
durdurmak içindir.
Fakat, hiçbir kapitalist emperyal güç sadece militer plandaki üstünlüğüne
dayanarak hegemonyasını sürdüremez. Zaten böyle bir şey emperyalist kapitalizm
koşullarında mümkün de değildir. Militer güçle ekonomik üstünlüğü tesis
etmek mümkün değildir ama, kanlı savaşlar, yıkımlar, jenositler, katliamlar
kaçınılmazdır. Bölge halklarının ve insanlığın çıkarı ABD'nin canice saldırılarını
durdurmaya bağlıdır. Fakat, mücadelinin başarısı, savaşların gerisindeki
gerçek nedenleri doğru kavramakla mümkündür. Zira, kapitalizm kaçınılmaz
olarak emperyalizdir. Emperyalizm savaşsız, hegemonya da düşmansız varolamaz.
Emperyalizm ne mutlak anlamda güçlü ne de savaşlar kaderdir. Asıl güç,
o gücün bilincine varmak kaydıyla, bu dünyanın zenginliğini üreten tarihin
'gerçek özneleri' olan başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi sınıflardadır.
Yaşanan tüm olumsuzlukları ortadan kadırmanın yolu, insanlığa dayatılan
tersliği aşmaktan geçiyor. Velhasıl sorun gerçek güç sahiplerinin güçlerinin
bilince varıp gereğini yapmasına indirgenmiş bulunuyor.
'Büyük Ortadoğu Projesi' kitleleri oyalamak için uydurulmuş bir söylemdir.
Bu tür ideolojik tuzakları etkisiz kılmanın yolu, gerçek niyetleri zamanında
teşhis edip karşısına dikilmekten geçiyor.
ABD'nin 'yeni emperyal projesi' tüm bölge halkları -Araplar, Türkler-
Kürtler, İranlılar... - için bir yıkımın habercisidir. Öyleyse bu saldırı
karşısında uygarlığı ve insanlık onurunu korumak için daha geç olmadan
ayağa kalkmamız ve gereğini yapmamız gerekiyor. Bunu yapmamanın, aymazlıkta
ısrar etmenin, başını kuma gömmenin bir nedeni var mı?... Olabilir mi?
ABD’yi Ortadoğu’dan defetme şansımız gittikçe artıyor
ABD işgali Irak'ta istikrarı sağlayamadığı gibi ülkeyi büyük
bir kaosa itti. Felluce katliami ve Ebu Garib'ten sonra Hadisa katliamı
bu işgalin herhangi bir "insani" hedefi olmadığını bir kez daha
gözler önüne seriyor.
İtalyan birlikleri Irak'tan çekilmeye başlıyor. ABD ve İngiltere'de kamuoyu
yoklamaları halkın çoğunluğunun Irak işgalinin sonlandırılmasını istediğini
gösteriyor. Dahası Irak'ta bulunan askerlerin yüzde 72'si savaşın sonlandırılmasını
istiyor. George Bush'un Amerikan halkından aldığı destek iyicene eridi,
neo-con (yeni muhafazakar) çevrelerde bile çatlak sesleri giderek artı-yor.
İngiltere Başbakanı Tony Blair yeni bir genel seçimi göremeyecek.
ABD'yi Ortadoğu'dan burnunu iyice kanatarak defetme olasılığı gittikçe
artıyor.
ABD, Irak işgalini sonlandırmak zorunda kaldığı anda bütün Ortadoğu Projesi
ile birlikte dünya egemenliğini yeniden tesis etme girişimi suya düşer.
Böylesi bir yenilgi Vietnam Sendromu'nun da ötesine geçer.
ABD’nin "verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz" diyerek çekilmeyeceğini
biliyoruz. İçinde bulunduğu sıkışıklık giderek arttığı ve manevra alanı
azaldığı için savaşı İran'a doğru yaymak gibi bir çılgınlıkta da bulunabilir.
ABD, İran sorunu konusunda diplomatik girişimlerde bulunuyor. Bunu ilan
ettiği günlerde ise İran'da hangi hedeflerin vurulacağını netleştirdiğini
de duyuyoruz. ABD'nin Birleşmiş Milletler Temsilcisi Bolton, 2 Haziran'da
ABD televizyonlarında İran'a tek taraflı bir saldırıya hazır olduklarını
da açıkladı.
ABD'nin İran ile sorunu asıl olarak uranyum zenginleştirme faaliyeti olmadığını,
meselenin Körfez Petrolleri olduğu biliniyor. Türkiye'nin bir İran savaşına
ortak edilmek istendiği de biliniyor. Bir yılı aşkın süredir yaratılan
gerginlik ortamı asıl olarak savaşa zemin hazırlamaya yönelik işletiliyor.
Bu belirsizlik ve dengelerin seyircisi olmayalım. Diplomatisi, ABD'nin
dünya kamuoyunu "savaşı önlemek için her şeyi denediğine" dair
bir ikna çabası da olabilir. Asıl mesele ile hiç ilgisi olmayan konulardaki
diplomatik girişimlerin peşine düşmek savaş karşıtlarını pasifize eder.
Pasifize olmayalım, savaş karşıtlığını ve Büyük Ortadoğu Projesi'ne karşı
mücadeleyi güçlendirelim. Emperyalizmi yenilgiye uğratabileceğimiz tarihsel
bir fırsatı değerlendirelim, ABD'yi Ortadoğu'dan defedelim!
Lübnan: “İşte, bu satınalınamaz!”
Lübnanlı savaş karşıtı aktivist Bassem
Chit
ABD'nin Ortadoğu'ya demokrasi götürme projesi adı altında açıkçası 'kukla
rejimler' yaratma girşimi iki büyük başarısızlığa tanık oldu.
Irak'ta bir kaos varken Filistin'de ABD'nin desteklediği seçimler ters
tepti ve Hamas'ın zaferiyle sonuçlandı. George Bush'un Ortadoğu'daki demokrasi
planlarında bunlar yoktu.
Ne var ki ABD yönetimi Lübnan'da başarılı olabileceğini düşünüyor. Bush,
geçenlerde Lübnan Başbakanı Faud Siniora ile görüştü.
Lübnan'daki 'Sedir Devrimi', rejim değişikliğinin parlak bir örneği olarak
sunuluyor. O günden sonra ABD müdahaleciliğinde büyük bir artış oldu.
Doğrudan politik manipülasyon ve medya kampanyalarının yanı sıra bir dizi
sivil toplum örgütü el altından finanse ediliyor.
Geçen yılki gösterilerden birkaç ay sonra Özgürlük Evi adlı bir sivil
toplum örgütü, Lübnanlı aktivistlerle buluşmak için bana da çağrıda bulundu.
Solda tanınan bir isim ve savaş karşıtı hareketin örgütleyicilerinden
olduğum için bu toplantıya çağrılmam beni şüphelendirdi. Bir kaçımız Beyrut'un
en gözde mekanlarından biri olan pahalı bir İngiliz lokantasında yemeğe
davet edildik.
Lübnan asıllı Amerikalı bir kadının yanı sıra Ukrayna asıllı kılıç artığı
bir devrimci Özgürlük Evi'ni temsil ediyordu. Özgürlük Evi'nin demokratikleşme
sürecine yardımcı olacak gençlik hareketlerini finanse etmek istiyordu.
Ukraynalı, 'Turuncu Devrim'den sonra Bush ile baş başa görüştüğünü ballandıra
ballandıra anlattı. Biz de onlara Lübnan'da gerçekten demokrasi istiyorlarsa
hemen ülkeyi terk etmeleri gerektiğini söyledik.
ABD'nin Lübnanlı solcuları finanse etmek isteği bir paradoks olarak görülebilir.
Ancak Irak işgalinden sonra bu yöntemi kullanıyorlar. 'Sedir Devrimi'
sırasında ABD büyükelçisi Jeffrey Feltman, Suriye karşıtı hareketin liderlerini
sürekli yemeğe davet ediyordu. Büyükelçilik, Suriye karşıtı gösterilerin
örgütlenmesinde doğrudan rol aldı.
Sedir Devrimi sırasında New York Post gazetesi şunları yazıyordu: "CIA
ve Avrupa istihbarat hizmetleri Suriye karşıtı gösterileri organize edenlere
para ve lojistik destek sağlayarak, Suriye Başkanı Beşir Essad'a karşı
basıncı artırıyorlardı… Bu gizli program, Gürcistan ve Ukrayna'da 'demokrasi
hareketleri'ne sağlanan desteğe benziyor."
Ülkede şu anda son derece şaibeli çok sayıda sivil toplum örgütü faaliyet
gösteriyor. Bunların arasından Ziyad Abdel Nour başkanlığındaki Özgür
Lübnan Komitesi bulunuyor. Zengin bir Lübnanlı milletvekilinin oğlu olan
Nour şunları söylüyor: "ABD'nin Lübnan'a olan yoğun ilgisiyle hiçbir
sorunumuz yok. Ekonomik, askeri, politik ve güvenlik dahil her türlü düzey
için bu söz konusu. İsrail, ABD'nin 51. eyaleti gibi. Lübnan'da 52.si
olsun. Bu, Araplar'ın hoşuna gitmiyorsa onların sorunudur."
Daha geçenlerde ABD'nin 52. eyaleti olmanın ne demek olduğunu gördük.
Chicago Tribune gazetesi, ABD subaylarının Lübnan'da ordunun Hizbullah
ile baş etme kapasitesini değerlendirmekte olduğunu yazdı. Hatırlanacağı
gibi Hizbullah, İsrail'i Lübnan'ın güneyinden def eden direniş hareketidir.
Ancak ABD için bir sorun var. Sedir devriminin pırıltısı çoktan geçti.
Vaat edilen istikrar ve refah ortada yok. Ekonomik sorunlar ise giderek
büyüyor. Sedir devriminin sloganı 'yalanlarınızdan bıktık, artık gidin'di.
Bu slogan şu anda da sokaklarda yankılanıyor; ancak bu kez Suriyeliler'e
değil, Amerikalılar'ı ve onların destekçilerini hedef alıyor. İşte bu
satın alınamaz…
Socialist Review, Mayıs 2006 sayısı
İran: “Irak’ın durumuna düşmeyeceğiz”
Şirin Ebadi; İran'lı Nobel Barış ödülü sahibi yazar
İran'daki sorunun farkındayız; ancak bunun çözümü savaş değil. Seçmenlerin
hükümetten uzaklaşmaya başladığına tanık oluyoruz. Memnuniyetsizliğin
en önemli nedeni ekonomi. 70 milyonluk nüfusun 10 milyo-nu günde 1 dolardan
az bir gelire sahip. Petrol, gaz ve uranyum gibi zengin kaynaklara sahip
bir ülke için bu bir trajedidir.
İnsanlar daha yetkin bir demokrasi talep ediyorlar. Seçimlerde, adaylar
İran Devrim Muhafızları Konseyi tarafından belirleniyor. Demokrasiye giden
ilk adım özgür seçimlerden geçecektir. Reform hareketinin kökleri derinlere
iniyor. Hareket, demokrasi için mücadele ederken şiddet ve silaha başvurmuyor
ancak sivil itaatsizli-ğin de bedeli var. Çok sayıda politik tutuklu var.
Onlarla dayanışmamı da burada ifade etmek istiyorum.
Peki, çözüm ne? En önemli konu İran'a karşı bir askeri müdahalenin veya
bombalamanın yapılmamasıdır. Bir saldırı olursa yıllardır oluşturulmaya
çalışılan demokrasi hareketi de büyük zarar görecektir.
Batı, özellikle ABD İran'ın nükleer silah edinmesi durumunda bütün Ortadoğu'nun
tehdit altına gireceğinden kaygılı olduklarını belirtiyorlar. İran'ın
demokratik olmadığını ve kökten dincilerin nükleer silahı olması durumunda
bütün bölgenin ateşe verileceğini iddia ediyorlar. ABD, bu konuda samimi
ise şunu söylemek isterim: Bölge zaten tehdit altında. Pakistan'ın nükleer
bombaları var. Pakistan başkanı Müşerref de iktidara demokratik yollardan
gelmedi. Tek fark Pakistan'ın ABD'nin yakın bir müttefiki olmasıdır. Bu
çifte standarttır ve dünya çapında giderek daha fazla insanın ABD'ye güvensizliği
artıyor. Bu tartışmalarımdan İran'ın nükleer silah edinmesini savunduğumu
zannetmeyin. Nükleer silahlar, insanların mutluluğu için üretilmez. Hiçbir
ülke nükleer silah üretmemeli. Ne ABD, ne İsrail ne de Pakistan. Her yerde
askeri harcamalar kesilmeli, kaynaklar sosyal refah için kullanılmalı.
Dünya ancak bu şekilde daha iyi bir hale gelir.
İran nükleer gücünü barışçıl amaçlarla kullanmak istediğini iddia ediyor.
Dünyanın geri kalanı ise bu söze güvenmi-yor. Bunun çözümü İran'da daha
ileri bir demokrasi kurmaktır.
Biz ülkemizi savunacağız. Kesinlikle Irak'ın durumuna düşmeyeceğiz.
Socialist Worker, 10 Haziran 2006
Hadisa: Bush’un demokrasi anlayışı budur!
ABD’nin Irak işgalinin vahşeti, Felluce katliamı ve Ebu Garip'teki işkence
trajedisinden sonra Hadisa katliamında da ortaya serildi. 19 Kasım 2005'te
Hadisa'da direnişçilerin bir saldırıda bulunduğu, bir Amerikan askeri
ve 24 sivili öldürdüğü iddia edilmişti. Iraklı sivillerin Amerikan askerleri
tarafından öldürüldüğü iddiası ise El Kaide propagandası olarak lanse
edilmişti. ABD ordusu, bu katliamın üzerini örtmek için büyük çabalar
gösterdi; ama gerçek su yüzüne çıktı. Hadisa katliamı Amerikan askerleri
tarafından gerçekleştirildi. Katliamdan kurtulan bir çocuk, askerlerin,
tekerlekli sandalyedeki bir kadını nasıl infaz ettiklerini dünyaya açıkladı.
Kanıtlar, ölen sivillerin infaz edildiğini gösteriyor. Hadisa katliamını
gerçekleştiren ordu birliği Kasım 2004'te Felluce katliamının da sorumlusu.
Hadisa, Bağdat'ın düşmesinden sonra istikrarın sağlandığına örnek olarak
gösterilmişti. Ancak Hadisa'nın Nisan 2004'ten sonra direnişe güç vermesi
sonucu kent, köprüleri uçurularak izole edildi. Kente ölüm mangaları gönderildi.
Felluce, Ebu Garip ve Hadisa'nın medyada öne çıkmasına rağmen Irak'ta
sayısız katliam yaşanmaktadır. Sadece mayıs ayında Al-Latifya helikopterlerle
bombalandı; helikopterler, kaçanları takip ederek onları öldürdü. Bu katliamda
25 kişi öldü. Samara kentinde doğum hastanesine yetişmeye çalışan hamile
bir kadın ve ailesi öldürüldü.
Irak'ta etnik çatışmalar olarak lanse edilen bir dizi olayın da aslında
ABD'nin yetiştirdiği güvenlik güçleri tarafından yapıldığı, insan hakları
grupları tarafından açıklandı.
ABD işgali Irak'a ölümden ve acıdan başka bir şey getirmiyor.
Mısır: Demokrasi hareketine saldırı
Mısır'da demokrasi hareketi mayısta geniş çaplı bir saldırıya maruz kaldı.
Polis, geçen eylül ayında yapılan başkanlık seçimlerine hile karıştığını
deşifre ettikleri için sistemin hışmına uğrayan ve haklarında dava açılan
reformcu yargıçlar Mahmud Mekki ve Hisham Bastawisi'yi savunan demokrasi
yanlısı gösterileri bastırmaya çalıştı. Kahire'deki duruşmalar binlerce
kişinin katıldığı dayanışma gösterilerine tanık oluyor, Kahire'nin ünlü
Tahrir Meydanı'nda sürekli oturma eylemleri yapılıyordu.
11 Mayıs ve sonrasında yüzlerce aktivist göz altına alındı. 200'e yakın
gösterici halen gözaltında bulunuyor. Göz altında işkence gördüler. El-Cezire
gibi kanalların muhabirleri de tartaklandı. Göz altına alınanlar arasında
Kifaya (Yeter), Değişim İçin Gençlik, Ulusalcılar ve Müslüman Kardeşler'in
aktivistleri bulunuyor. Bu özne-ler anti-emperyalist demokrasi mücadelesi
özneleri ve bu yıl dördüncüsü yapılan Kahire Konferası'nın örgütleyicileridir.
Demokrasi mücadelesi, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in yönetimi oğlu
Cemal Mübarek'e bırakmasını engellemeye çalışı-yor. Harekete saldırıların
yapıldığı sırada Cemal Mübarek, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile
dostça bir görüşmede bulunuyordu. Görüşmeye Bush ve Condolezza Rice'ın
da katıldığı ifade edili-yor. ABD'nin bölgede Suudi Arabistan'la birlikte
en büyük müttefiki olan Mısır her yıl yaklaşık 2 milyar dolar yardım alıyor.
Afganistan
Afganistan işgalin 4. yıl dönümünde durulmadı. En son, ABD ordusuna ait
askeri bir aracın kalabalığa hızla dalarak pekçok sivili katletmesi, Afgan
halkı için bardağı taşıran son damla oldu. Başkent Kabil'de başlayan isyan
dalgası, Afganistan'ın diğer kentlerine de yayıldı. Afgan halkı hem işgalci
ABD'ye ve Türk ordusunun da bir parçası olduğu müttefiklerine hem de onun
kuklası olan Hamid Karzai hükümetine duyduğu öfkeyi sokaklara taşıdı.
Son bir yılda 1500 kişi işgalciler tarafından katledildi.
İşgalin üzerinden dört sene geçmesine rağmen, Bush'un vaatlerinin hiçbirisi
gerçekleşmedi; üstelik Afganistan'da durum daha da kaosa dönüştü. İşgalci
pozisyonunda olan Türk askerlerinin derhal evlerine dönmesi gerek; ABD'yle
değil, işgale karşı mücadele eden Afgan halkıyla dayanışalım!
Filistin: Referandum çözüm mü?
İsrail, Gazze'ye yönelik saldırılarını artırırken, Filistin temsilcileri
arasında çözüm yollarına dair gerginlik yaşanıyor. Ocak ayında yapılan
seçimlerle işbaşına gelen Hamas iktidarı, Filistin Devlet Başkanı Mahmud
Abbas ve El-Fetih ile çatışma yaşıyor. Abbas, İsrail'in tanınması ve barış
görüşmelerinin sürdürülmesi politikalarını ittirirken, Hamas, İsrail'i
tanımanın çözüm olmayacağını tartışıyor. ABD'ye yakınlığıyla bilinen Abbas,
iki devletli bir çözüm öneriyor, İsrail'in tanınmasına yönelik bir referandum
yapılmasını istiyor. Başbakan İsmail Haniya, İsrail işgaline karşı mücadele
dururken Filistinliler'in birbirine düşmemesi gerektiğini açıkladı ve
barış sürecinin İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesiyle işleyeceğini
söyledi. Diğer taraftan Abbas'ın önerdiği referandumun Hamas'a güvenoyu
tazelemesine dönüşebileceği ifade ediliyor.
Hamas'ın seçim galibiyetinden sonra ABD ve AB, Filistin'e bütün yardımları
kesmesi ve boykot uygulaması nedeniyle Filistinliler sadece büyük bir
kaynak sorunu değil, aynı zamanda çok ciddi bir yoksullaşma yaşıyor.
Filistin sorunun çözümü, korsan devlet İsrail'în yıkılması ve Yahudi ve
Araplar'ın birlikte ortak ve adil bir yaşamı paylaşmalarıyla mümkündür.
Abbas'ın referandum önerisi çözümün değil, sorunun bir parçasıdır. Filistin
sorunu ancak bölge ülkelerinden tabandan inşa edilmiş ciddi bir dayanışma
mücadelesiyle çözülebilir.
sayfa başına dön
|