Güncelleme:
16.12.2009
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Kazanmak o kadar mümkün ki...

Birlik; ne olursa olsun birlik...

Mesut Çelebioğlu

Savaşın Yüzyılı-Mücadelenin Yüzyılı
2000'li yıllar savaş vahşetine, neo-libe-ral yoksullaştırma politikalarına karşı büyük öfke patlamaları ve isyanlarla yaşanıyor.
Anti-kapitalist hareket Seattle sonrası hızla tüm dünyaya yayıldı. Arjantin, Uruguay ve Bolivya'da yoksulların öfkesi patladı. Venezüella emperyalizme bir başkaldırı simgesi oldu. Brezilya, Şili ve son olarak Peru'da sol hükümetler işbaşına geldi.
Geçen yıl, Fransız işçi sınıfı ve yoksulları, neo-liberal AB anayasasını güçlü bir "Soldan Hayır" kampanyasıyla engellediler. Fransa, Ekim'de göçmen varoşlarının ayaklanmasıyla, martta da gençlerin iş güvencesini ortadan kaldıran yasaya karşı işçi ve öğrencilerin ortak eylem ve grevleriyle çalkalandı. Özellikle iş yasasına karşı yürütülen eylemlilik tam bir zaferdi.
İngiltere'de nisan ayında emeklilik haklarının gasp edilmesine karşı büyük bir grev dalgası yaşandı; İngiliz devrimcileri bunu "işçi sınıfı politikalarının geri dönüşü" diye adlandırıyorlar.
İtalya, İspanya ve Almanya'da son 3 senedir birbiri ardına geniş katılımlı genel grevler yapılıyor.
ABD'nin Ortadoğu ve ötesini savaşla yeniden şekillendirerek dünya egemenliğini yeniden tesis etme çabası tüm dünyada dev bir savaş karıştı hareketin ortaya çıkmasına neden oldu.
Birliğin adresi:
Savaş ve işgal karşıtlığı
ABD şu anda İran'ı vurmaya hazırlanı-yor. Türk egemenleri, ABD'nin Ortadoğu'yu işgal etme planlarında baş aktörler arasında yer almak istiyorlar.
Bu savaşı ve Türkiye'nin ortaklığını durdurmak zorundayız!
Hatırlayalım; 1 Mart 2003 Tayyip'i durdurmuştuk. Yine başarabiliriz.
Türkiye'de insanların bir araya gelip mücadele etmeye başlayacakları en elverişli nokta savaş ve işgal karşıtlığı olacaktır.
Irak savaşı öncesinde de Tayyip ve ge-neraller Kürt kartını defalarca öne sürdüler ve buradan da Irak'a girme hayalleri kurdular; hatta Eylül 2003'te sınırlı bir tezkereyi de meclisten geçirmeyi becerdiler. Türk toplumunda anti-Kürt milliyetçilik uzun zamandır güçlü olmasına rağmen, yine de Tayyip ve ge-neraller, topluma bir türlü Irak işgali hayallerini kabul ettiremediler. Toplumdaki savaş karşıtı hissiyat hala yüksek. Bu hissiyat bizim için temel veri olmalıdır; ancak, bunun sayesinde sistemin yarattığı savaş vahşetine, yoksulluğa ve ayrımcılığa karşı gerçek bir birleşik cephe kurabiliriz.
Ortak bir talep etrafında bir araya ge-lerek mücadeleye atıldığımızda, kendimizi diğer konularda da güçlü hissediyoruz.
Vietnam'ın işgali sırasında Amerikalı bir yönetici, bunun adını çok iyi koydu: 'Domino Etkisi'…Bu yüzden şu anda böylesi bir birliğin (şu veya bu şekilde) önünü tıkayanlar ve/veya önünü tıkayanlara karşı güçlü bir karşı çıkış ortaya koymayanlar, aslında bu bölünmüşlüğün bir parçası haline geliyorlar. Bu da kendi mezarımızı kazıp içine girmekten farksızdır.

Savaş karşıtı bir birlik örneği: Bush'a ve NATO'ya Karşı Birlik Kampanyası
1 Mart 2003 eyleminden sonra, Türkiye'de savaş karşıtı hareket bölündü. Bu yüzden savaşı ve işgali durduramamanın verdiği moral bozukluğu, Türkiye'de daha ağır hissedildi.
Bu moral bozukluğuna bir set çekme ihtiyacıyla, önce Ankara'da bir araya gelen bir dizi sendikacı ve aktivist, Haziran 2004'te İstanbul'da yapılacak olan NATO zirvesini ve bu zirveye katılmak için Türkiye'ye gelecek olan Bush'a karşı birleşik bir kam-panya başlattı. Kampanya, kendisini sadece BAK veya sadece ISHK bileşenleriyle sınırlandırmayı değil, her iki grubu ve bu gruplar dışında kalan kurum ve bireyleri bünyesine katma hedefi güttü. Ankara'da başlayan süreç hızla İstanbul'a da yansıdı. Yeni bir çağrıyla oluşan Bush ve NATO Karşıtı Birlik çalışmaları İstanbul merkezli sürdürüldü. Son ana kadar eylemin bölünme ihtimaline karşı güçlü bir karşı duruş sergilendi ve neticede Bush'un Ankara'ya gelişinde ve NATO zirvesinin İstanbul'daki toplantısında Kadıköy'de ortak ve birleşik eylemler gerçekleştirildi. Daha sonrasında kişi ve kurumlar, kendi anlaştıkları eylemleri yaptılar.
Bu kampanya, Kadıköy'de 50 bin kişilik bir katılım sağladı. Bu sürece BAK ve ISHK bölünmüşlüğü ile gidilseydi eylemlere katılımın çok daha zayıf olacağını diğer bölünmüş eylemlere katılımı göz önüne alarak söyleyebiliriz.

Kürt kardeşlerimize açık çağrı

1 Mart Koordinasyonu'nun içinde aktif olarak yer alan Kürt aktivistler, savaş karşıtı eylemlerde kendi adil barış ta-leplerini ve kimliklerini öne çıkardıkları için eleştirildiler. Toplumda var olan Türk milliyetçiliğine solun da yer yer teslim olan tutumları, Kürt mücadelesinin savaş karşıtı eylemlere kitlesel katılımını engelliyor.
Ancak bu, şu an bizim için bir bahane olmamalı. Egemenler, yine anti-Kürt propagandayla Türk-Kürt hepimizi Irak ve İran bataklığına çekmeye çalışıyor. Bunda o kadar kararlı görünüyorlar ki, AB süreci için yapılmış kimi 'demokratik makyajlar'a bile önem vermiyorlar. Ampul Tayyip'in hükümetini ve savaş çığırtkanı generalleri durduramazsak, savaş planlarından en önce ve en fazla Kürtler etkilenecek. Savaşa karşı birlikte mücadele, imha politikalarına ve Türk toplumunda etkili olan milliyetçi rüzgara set çekmekte ciddi bir fırsat sunuyor. Bunu değerlendirmek zorundayız.

Küresele doğru 'BAK'

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK), 1 Mart 2003 Büyük Kızılay Mitingi'nden sonra kuruldu. O döneme kadar örgütlü ve örgütsüz insanlar, kendilerini birleşik Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu içinde ifade ediyorlardı. Elbette bu koalisyonun içinde çok değişik geleneklerden ve örgütlerden (veya örgütsüz olma fikrinden) etkilenen insanlar vardı ve bu doğal olduğu kadar olumluydu da.
Daha sonra Küresel BAK'ı oluşturacak olan aktivistler, küresel direniş perspektifini Türkiye'de de oluşturmak için girişimde bulundular; bu, kendi başına olumlu bir girişimdi. Küresel düzeyde yükselen mücadelenin, özellikle yeni bir aktivist kuşağını etkilediği tespiti ve bu aktivistlerin de kendilerini ifade edebilecekleri araçları inşa etme girişimi doğruydu.
Bu projede hatalı olan taraf, 'çeşitliliğin birliğini' ve dayanışmayı öne çıkararak ortaya çıkan küresel hareketi, kimi grup, örgüt ve anlayışlardan uzaklaşarak, hareketi bölerek, belli örgütlerin kontrolünde inşa etmeye çalışmaktı. Bu, küresel direnişin ruhuna aykırıdır.
Şu anda Küresel BAK ismi, örgütlü-örgütsüz pek çok insanın (buna küresel direniş diyen aktivistlerin ciddi bir kısmı da dahildir) ağzında, "bölünmüşlük" lafıyla beraber anılır oldu. Bu hissiyat, herkesin, "tekrar birleşiyorlar mı?" diye umutlandığı son 18 Mart eyleminde, Küresel BAK'ın ve Koordinasyon'un son anda kendi eylemlerini yapmaya karar vermeleriyle yeniden tescillendi.

"Irak'ta-İran'da İşgale Hayır" sloganı yalnız atılmaz

BAK, Koordinasyon sürecinden ayrıldıktan sonra Irak'ta İşgale Hayır Koordinasyonu da sınırlı sayıda sol örgütü bir araya getiren bir platform halini aldı ve bileşenlerini birer birer kaybetmeye başladı. Tıpkı BAK gibi Koordinasyon da bölünmüşlükle birlikte anılıyor.
18 Mart eyleminin ardından pek çok devrimci "BAK, eylemi kendisine yazmak istedi, bu yüzden eylem komitesi isminin altına Koordinasyon imzasını kabul etmedi. 18 Mart'ı bölen BAK'tır" diye düşünüyor. Peki, buradan hareketle "biz de kendi devrimci eylemimizi yaparız" anlayışıyla hareket etmek doğru mudur? Böyle yaparak ABD'yi ve Türk egemenlerini durdurabilir miyiz? Veya "biz devrimciyiz, kendi eylemimizi yaparız" deseydik, tezkereyi durdurabilir miydik?
BAK'ın veya Koordinasyon'un tek başlarına inşa ettikleri eylemlerle, bizim etkili sonuçlar yaratamayacağımız ortada.
'Önce bölen olmamak' yetmez; ayrıca böl-meye çalışanlara da bu fırsatı vermemek için etkili birlik politikaları hayata geçirmek de gerekir.

 

Tarihsel Başkaldırı: 1 Mayıs

Bu yıl 1 Mayıs'a nükleer savaş, işgaller ve Kürt halkını imha tehditlerinin olduğu bir dönemde gidiyoruz. Egemenler, küresel rekabet adına kapitalist vahşeti 'normalleştiriyor', barış ve refah taleplerimizle adeta dalga geçiyorlar. Bu böyle gitmemeli.
Böylesi bir ortamda 1 Mayıs'ta iş bırakıp alanları doldurmak, güçlü bir mücadele için birleşik bir 1 Mayıs inşa etmek her zamankinden daha önemli.
Tarihsel başkaldırı
1 Mayıs, bugün yeniden olağanlaştırılan haksızlık, kötü iş koşulları ve çalışma zamanının 13-14 saat olmasına karşı bir başkaldırı olarak başladı.19. Yüzyıl'da tüm dünyada işçi sınıfı çok kötü çalışma ve yaşam koşullarıyla karşı karşıyaydı. Sağlıksız barınma ve yetersiz beslenme gibi sorunlarla birlikte çalışma saatleri çok uzun ve çalışma koşulları çok ağırdı.
Kadınlar ve çocuklar en ağır işlerde günde 13-14 saat çalışmak zorundaydılar. Bu koşullar altında 8 saatlik işgünü işçiler için en önemli taleplerden biriydi. 21 Nisan'da Avustralyalı işçiler 8 saatlik işgünü talebiyle bir günlük iş bırakma kararı alırken, 1 Mayıs ilk kez Amerikalı işçilerin aynı taleple 1 Mayıs 1886'da greve çıkmasıyla kutlanmaya başlandı. Yüz binlerce işçi bu mücadelenin parçasıydı. 1890'da ise tüm dünyada 1 Mayıs işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı ve önemini hiçbir zaman yitirmedi.
Rosa Lüksemburg'un söylediği gibi: "İşçilerin burjuvazi ve egemen sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği ve talepleri karşılanmadığı sürece, l Mayıs, işçi sınıfının bu ta-leplerinin her yıl dile getirildiği gün" olacaktı.
1 Mayıs tarihinden
1 Mayıs 1916 Almanya'da işçilerin savaşa karşı alanlara çıktığı yıl oldu. Karl Liebknecht kürsüden "Kahrolsun savaş, kahrolsun hükümet" diyen konuşmasını yapıyordu. Liebknecht'in tutuklanmasının ardından 55 bin metal işçisi serbest bırakılması için greve çıktı.
1 Mayıs 1943'te İkinci Dünya Savaşı sırasında, Varşova Gettosu'nda Yahudi işçi ve yoksulları Enternasyonal söyleyerek bayramlarını kutladılar ve faşizme karşı mücadeleye ivme kazandırdılar.
Portekiz 1926'dan başlayarak faşist diktatörlükle yönetiliyordu. Sendikaların ve partilerin kapatıldığı, grevlerin yasak olduğu Portekiz'de 1968 sonrası işçi ve öğrenci mücadeleleri yükseldi. 1970 sonrasında bu mücadeleler devam etti. 25 Nisan 1974'te yaklaşık 50 yıldır iktidarda olan faşist diktatörlüğün yıkılmasının ardından, 1 Mayıs'ta 100 bin kişi Lizbon sokaklarını doldurdu. O yılki 1 Mayıs gösterilerine yarım milyon işçi katıldı.
Osmanlı zamanında 1 Mayıs, ilk kez 1906'da kutlanmaya başlandı. İstanbul'da ilk kez 1912'de kutlandı. 1924'te 1 Mayıs kutlamaları hükümet tarafından yasaklandı. 1976'da DİSK'in organize ettiği 1 Mayıs gösterileri Taksim'de gerçekleşti. 1 Mayıs tekrar alanlarda kutlanmaya başlandı. 1977'de 500 bin kişinin katıldığı 1 Mayıs kutlamalarında polisin kalabalığa ateş açması sonucu 37 kişi hayatını kaybetti.
Bugün de mücadelenin terörize edilmek istendiği bir ortamdayız. Buna izin vermeyeceğimizi en net şekilde ifade etmek için 1 Mayıs alanlarını doldurmalıyız. Bütün mücadele tarihimizin de gösterdiği gibi "Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir; etmeyen zaten yenilmiştir!"

 

İşçi sınıfı politikaları geri döndü!

İngiltere'de bir buçuk milyon işçi emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı 28 Mart'ta greve çıktı. İşçi Partisi, patronlar ve medya neye uğradıklarını şaşırdılar. İşçilerin sosyal güvenlik kazanımlarını 'yarım asır öncesine geri götürmek' isteyen Blair'in neo-liberal Britanyası'nda artık böyle şeyler olmaması gerekiyordu…
Saldırı yerel yönetim çalışanlarının emeklilik haklarına bir saldırıydı, ancak grev ve gösteriler yerel yönetimler ile sınırlı kalmadı ve 11 ayrı sendikanın ortak çalışması olarak örgütlendi; yeni grev ve gösterilerin yolda olduğu açıklandı.
Yerel yönetim çalışanlarına yapılan saldırının ardında patronlarının emeklilik yaşını AB çapında 70'e çıkarma hedefi bulunuyor. Almanya'da Merkel hükümeti de emeklilik yaşını 67'ye çıkartma çalışmalarını sürdürüyor. Saldırının yerel yönetimler ile sınırlı kalmayacağı ve genelleşeceği gerçekliği ortak bir tutumun geliştirilmesine zemin oluşturdu.
Milletvekilleri emeklilik yaşı 65 olmasına rağmen, 60'ında da emekli olabiliyor.
Grevden sonra sendika liderliklerinin bir kısmı hükümet ile uzlaşma yolları ararken, tabandaki işçiler ve kamu çalışanları, grev ve eylemlerin Fransa'da olduğu gibi zafer kazanılıncaya kadar sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu, sendikal liderliği de etkiliyor; en büyük sendika federasyonu UNISON'un İskoçya bölgesi yetkililerinden Dave Watson, İşçi Partisi'ne yapılan politik fon ödemelerini durdurduklarını açıkladı. PCS gibi daha militan sendikalar ise yerel seçimlerin yapılacağı 4 Mayıs günü greve gitmek istiyor.
Emeğe Saygı !
4 Mayıs'ta İngiltere ve Galler'de yerel seçimler, İskoçya Parlamentosu için de bazı bölge-lerde ara seçimler yapılacak. İşçi Partisi'nin solunda savaş ve neo-liberalizme karşı kurulan seçim alternatifi Respect'in (Saygı) ciddi bir kazanımla çıkması bekleniyor. Savaş karşıtı milletvekilli George Galloway, genel seçimlerde Respect adayı olarak parlamentoya girmişti.
Emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı kampanya yapmayı sürdüren Respect 17 seçim bölgesinden 51 aday çıkarttı. Bunların arasında dört Türk ve Kürt kökenli de bulunuyor. Londra'nın Clisold bölgesinden aday olan Kürt kökenli Aslı Demirel, "Respect demokrasi mücadelesine liderlik yapıyor. Irak savaşı ve hizmetlere yapılan kesintiler hepimizi etkiliyor. Kendi toplumlarımızın içinde politik bir mücadele sürdürüyoruz.” diyor.

 

Biz Kazandık, Siz de Kazanabilirsiniz

Öğrencilerin ve işçilerin iki buçuk ay süren mücadelesiyle Fransız hükümetinin genç işçilerin istihdamı konusundaki programı (CPE) yenilgiye uğratıldı. Bu, sağ için ciddi bir yenilgi; tabandan örülen kitlesel öğrenci ve işçi hareketi için muhteşem bir zaferdir.
Hükümet, sokak hareketini bölmeye ve bastırmaya çalışırken, hareket kitleselleşerek güçlendi.
Hareketin öğrenci kanadı bir koordinas-yon komitesi tarafından örgütlenildi. Her üniversiteden ve yüksekokuldan delegeler düzenli olarak toplanarak, hareketin nasıl inşa edileceğine karar verdiler.
Kara ve demiryollarını kapatan göste- riler, patronların gözünü korkuttu.
CPE, temel işçi haklarına doğrudan bir saldırıydı. Sendikalar, başından itibaren bu yasa tasarısına karşı çıkmışlardı. İş yaşamının ilk iki yılında herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten atılma tehlikesinin, sendikal tabanı zayıflatacağı çok açıktır. CPE'nin çöpe atılması, geçen yılki AB anayasasının referandumla reddedilmesinin üzerine gelişti. Sağ hükümet çok sıkışmış du- rumda. Yeni bir neo-liberal reform de-nemesi, yeni patlamaları tetikleyebilir. Hareket, şimdi önüne yeni bir görev koydu: Verili yasalara göre 14 yaşındaki çocuklar çırak olarak çalıştırılabiliyor; 15'inde-kiler gece bile çalıştırılabiliyor. 20'den az işçi çalıştıran patronlar herhangi bir gerekçe göstermeden işçi atabiliyor. Öğrenci Koordinasyonu, CNE olarak bilinen bu uygulamaların da ortadan kaldırılıncaya kadar mücadeleyi sürdürme kararını açıkladı. Sendika fe-derasyonu CGT'nin lideri Bernard Thibault, 1 Mayıs gösterilerinden başlayarak CNE'ye karşı mücadele edeceklerini deklere etti. Bir başka sendika federas-yonu FO da CNE'yi kabul etmeyeceklerini açıkladı.
Nick Barrett - Fransa

"Onları Sokakta Yendik!"
“CPE zaferinin bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu anlamamız gerek. 2003'te emeklilik haklarının tırpanlanması konusunda hareketin uğradığı yenilgiden sonra yeni bir mücadele kapısı açıldı. Bu dönem AB anayasasının reddiyle başladı. O dönemde bize küreselleşme gerçeğini kabul etmemiz gerektiği, anayasanın kaçınılmaz olduğu söylenmişti. "Hayır" oyuyla onları sandıkta yenilgiye uğrattık; CPE mücadelesiyle de onları sokakta da yenebileceğimizi gösterdik.”
Basile Pot - Demiryolu işçisi
“Güvenimiz Arttı”
“Üç milyon öğrenci sokakta, grev ve boykottaydı. Bu grev ve gösterilerin başlıca etkisi güvenimizi yükseltmek oldu. Hareketin içinde Sosyalist Parti etrafında güçlü bir reformist kanat var. Ancak insanlar hem grev hem de sembolik eylem ihtiyacının farkındalar. Mayıs 1968 genel grevi, yerel düzeyde işçilerin güveni sayesinde gerçekleş-mişti. Bizler de demiryolu is-tasyonları, hastaneler, fabrikalar ve diğer işyerlerini ziyaret ederek grevi inşa ettik. Buradan güveni yükseltmeye çalıştık. Bizler de Sorbonne öğrencileri arasındaki örgütlenmeye devam ediyoruz. 2-3 günde bir 150-400 öğrencinin katıldığı kitlesel toplantılar düzenledik. Gösterilerin dinamizmini yüksek tuttuk. Neredeyse her gün eylem yaptık.”
Daniele Obono - Öğrenci

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git