|
Kazanmak
o kadar mümkün ki...
Birlik; ne olursa olsun birlik...
Mesut Çelebioğlu
Savaşın Yüzyılı-Mücadelenin Yüzyılı
2000'li yıllar savaş vahşetine, neo-libe-ral yoksullaştırma politikalarına
karşı büyük öfke patlamaları ve isyanlarla yaşanıyor.
Anti-kapitalist hareket Seattle sonrası hızla tüm dünyaya yayıldı. Arjantin,
Uruguay ve Bolivya'da yoksulların öfkesi patladı. Venezüella emperyalizme
bir başkaldırı simgesi oldu. Brezilya, Şili ve son olarak Peru'da sol
hükümetler işbaşına geldi.
Geçen yıl, Fransız işçi sınıfı ve yoksulları, neo-liberal AB anayasasını
güçlü bir "Soldan Hayır" kampanyasıyla engellediler. Fransa,
Ekim'de göçmen varoşlarının ayaklanmasıyla, martta da gençlerin iş güvencesini
ortadan kaldıran yasaya karşı işçi ve öğrencilerin ortak eylem ve grevleriyle
çalkalandı. Özellikle iş yasasına karşı yürütülen eylemlilik tam bir zaferdi.
İngiltere'de nisan ayında emeklilik haklarının gasp edilmesine karşı büyük
bir grev dalgası yaşandı; İngiliz devrimcileri bunu "işçi sınıfı
politikalarının geri dönüşü" diye adlandırıyorlar.
İtalya, İspanya ve Almanya'da son 3 senedir birbiri ardına geniş katılımlı
genel grevler yapılıyor.
ABD'nin Ortadoğu ve ötesini savaşla yeniden şekillendirerek dünya egemenliğini
yeniden tesis etme çabası tüm dünyada dev bir savaş karıştı hareketin
ortaya çıkmasına neden oldu.
Birliğin adresi:
Savaş ve işgal karşıtlığı
ABD şu anda İran'ı vurmaya hazırlanı-yor. Türk egemenleri, ABD'nin Ortadoğu'yu
işgal etme planlarında baş aktörler arasında yer almak istiyorlar.
Bu savaşı ve Türkiye'nin ortaklığını durdurmak zorundayız!
Hatırlayalım; 1 Mart 2003 Tayyip'i durdurmuştuk. Yine başarabiliriz.
Türkiye'de insanların bir araya gelip mücadele etmeye başlayacakları en
elverişli nokta savaş ve işgal karşıtlığı olacaktır.
Irak savaşı öncesinde de Tayyip ve ge-neraller Kürt kartını defalarca
öne sürdüler ve buradan da Irak'a girme hayalleri kurdular; hatta Eylül
2003'te sınırlı bir tezkereyi de meclisten geçirmeyi becerdiler. Türk
toplumunda anti-Kürt milliyetçilik uzun zamandır güçlü olmasına rağmen,
yine de Tayyip ve ge-neraller, topluma bir türlü Irak işgali hayallerini
kabul ettiremediler. Toplumdaki savaş karşıtı hissiyat hala yüksek. Bu
hissiyat bizim için temel veri olmalıdır; ancak, bunun sayesinde sistemin
yarattığı savaş vahşetine, yoksulluğa ve ayrımcılığa karşı gerçek bir
birleşik cephe kurabiliriz.
Ortak bir talep etrafında bir araya ge-lerek mücadeleye atıldığımızda,
kendimizi diğer konularda da güçlü hissediyoruz.
Vietnam'ın işgali sırasında Amerikalı bir yönetici, bunun adını çok iyi
koydu: 'Domino Etkisi'…Bu yüzden şu anda böylesi bir birliğin (şu veya
bu şekilde) önünü tıkayanlar ve/veya önünü tıkayanlara karşı güçlü bir
karşı çıkış ortaya koymayanlar, aslında bu bölünmüşlüğün bir parçası haline
geliyorlar. Bu da kendi mezarımızı kazıp içine girmekten farksızdır.
Savaş karşıtı bir birlik örneği: Bush'a ve NATO'ya Karşı Birlik
Kampanyası
1 Mart 2003 eyleminden sonra, Türkiye'de savaş karşıtı hareket bölündü.
Bu yüzden savaşı ve işgali durduramamanın verdiği moral bozukluğu, Türkiye'de
daha ağır hissedildi.
Bu moral bozukluğuna bir set çekme ihtiyacıyla, önce Ankara'da bir araya
gelen bir dizi sendikacı ve aktivist, Haziran 2004'te İstanbul'da yapılacak
olan NATO zirvesini ve bu zirveye katılmak için Türkiye'ye gelecek olan
Bush'a karşı birleşik bir kam-panya başlattı. Kampanya, kendisini sadece
BAK veya sadece ISHK bileşenleriyle sınırlandırmayı değil, her iki grubu
ve bu gruplar dışında kalan kurum ve bireyleri bünyesine katma hedefi
güttü. Ankara'da başlayan süreç hızla İstanbul'a da yansıdı. Yeni bir
çağrıyla oluşan Bush ve NATO Karşıtı Birlik çalışmaları İstanbul merkezli
sürdürüldü. Son ana kadar eylemin bölünme ihtimaline karşı güçlü bir karşı
duruş sergilendi ve neticede Bush'un Ankara'ya gelişinde ve NATO zirvesinin
İstanbul'daki toplantısında Kadıköy'de ortak ve birleşik eylemler gerçekleştirildi.
Daha sonrasında kişi ve kurumlar, kendi anlaştıkları eylemleri yaptılar.
Bu kampanya, Kadıköy'de 50 bin kişilik bir katılım sağladı. Bu sürece
BAK ve ISHK bölünmüşlüğü ile gidilseydi eylemlere katılımın çok daha zayıf
olacağını diğer bölünmüş eylemlere katılımı göz önüne alarak söyleyebiliriz.
Kürt kardeşlerimize açık çağrı
1 Mart Koordinasyonu'nun içinde aktif olarak yer alan Kürt aktivistler,
savaş karşıtı eylemlerde kendi adil barış ta-leplerini ve kimliklerini
öne çıkardıkları için eleştirildiler. Toplumda var olan Türk milliyetçiliğine
solun da yer yer teslim olan tutumları, Kürt mücadelesinin savaş karşıtı
eylemlere kitlesel katılımını engelliyor.
Ancak bu, şu an bizim için bir bahane olmamalı. Egemenler, yine anti-Kürt
propagandayla Türk-Kürt hepimizi Irak ve İran bataklığına çekmeye çalışıyor.
Bunda o kadar kararlı görünüyorlar ki, AB süreci için yapılmış kimi 'demokratik
makyajlar'a bile önem vermiyorlar. Ampul Tayyip'in hükümetini ve savaş
çığırtkanı generalleri durduramazsak, savaş planlarından en önce ve en
fazla Kürtler etkilenecek. Savaşa karşı birlikte mücadele, imha politikalarına
ve Türk toplumunda etkili olan milliyetçi rüzgara set çekmekte ciddi bir
fırsat sunuyor. Bunu değerlendirmek zorundayız.
Küresele doğru 'BAK'
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK), 1 Mart 2003 Büyük Kızılay Mitingi'nden
sonra kuruldu. O döneme kadar örgütlü ve örgütsüz insanlar, kendilerini
birleşik Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu içinde ifade ediyorlardı.
Elbette bu koalisyonun içinde çok değişik geleneklerden ve örgütlerden
(veya örgütsüz olma fikrinden) etkilenen insanlar vardı ve bu doğal olduğu
kadar olumluydu da.
Daha sonra Küresel BAK'ı oluşturacak olan aktivistler, küresel direniş
perspektifini Türkiye'de de oluşturmak için girişimde bulundular; bu,
kendi başına olumlu bir girişimdi. Küresel düzeyde yükselen mücadelenin,
özellikle yeni bir aktivist kuşağını etkilediği tespiti ve bu aktivistlerin
de kendilerini ifade edebilecekleri araçları inşa etme girişimi doğruydu.
Bu projede hatalı olan taraf, 'çeşitliliğin birliğini' ve dayanışmayı
öne çıkararak ortaya çıkan küresel hareketi, kimi grup, örgüt ve anlayışlardan
uzaklaşarak, hareketi bölerek, belli örgütlerin kontrolünde inşa etmeye
çalışmaktı. Bu, küresel direnişin ruhuna aykırıdır.
Şu anda Küresel BAK ismi, örgütlü-örgütsüz pek çok insanın (buna küresel
direniş diyen aktivistlerin ciddi bir kısmı da dahildir) ağzında, "bölünmüşlük"
lafıyla beraber anılır oldu. Bu hissiyat, herkesin, "tekrar birleşiyorlar
mı?" diye umutlandığı son 18 Mart eyleminde, Küresel BAK'ın ve Koordinasyon'un
son anda kendi eylemlerini yapmaya karar vermeleriyle yeniden tescillendi.
"Irak'ta-İran'da İşgale Hayır" sloganı yalnız atılmaz
BAK, Koordinasyon sürecinden ayrıldıktan sonra Irak'ta İşgale Hayır Koordinasyonu
da sınırlı sayıda sol örgütü bir araya getiren bir platform halini aldı
ve bileşenlerini birer birer kaybetmeye başladı. Tıpkı BAK gibi Koordinasyon
da bölünmüşlükle birlikte anılıyor.
18 Mart eyleminin ardından pek çok devrimci "BAK, eylemi kendisine
yazmak istedi, bu yüzden eylem komitesi isminin altına Koordinasyon imzasını
kabul etmedi. 18 Mart'ı bölen BAK'tır" diye düşünüyor. Peki, buradan
hareketle "biz de kendi devrimci eylemimizi yaparız" anlayışıyla
hareket etmek doğru mudur? Böyle yaparak ABD'yi ve Türk egemenlerini durdurabilir
miyiz? Veya "biz devrimciyiz, kendi eylemimizi yaparız" deseydik,
tezkereyi durdurabilir miydik?
BAK'ın veya Koordinasyon'un tek başlarına inşa ettikleri eylemlerle, bizim
etkili sonuçlar yaratamayacağımız ortada.
'Önce bölen olmamak' yetmez; ayrıca böl-meye çalışanlara da bu fırsatı
vermemek için etkili birlik politikaları hayata geçirmek de gerekir.
Tarihsel Başkaldırı: 1 Mayıs
Bu yıl 1 Mayıs'a nükleer savaş, işgaller ve Kürt halkını imha tehditlerinin
olduğu bir dönemde gidiyoruz. Egemenler, küresel rekabet adına kapitalist
vahşeti 'normalleştiriyor', barış ve refah taleplerimizle adeta dalga
geçiyorlar. Bu böyle gitmemeli.
Böylesi bir ortamda 1 Mayıs'ta iş bırakıp alanları doldurmak, güçlü bir
mücadele için birleşik bir 1 Mayıs inşa etmek her zamankinden daha önemli.
Tarihsel başkaldırı
1 Mayıs, bugün yeniden olağanlaştırılan haksızlık, kötü iş koşulları ve
çalışma zamanının 13-14 saat olmasına karşı bir başkaldırı olarak başladı.19.
Yüzyıl'da tüm dünyada işçi sınıfı çok kötü çalışma ve yaşam koşullarıyla
karşı karşıyaydı. Sağlıksız barınma ve yetersiz beslenme gibi sorunlarla
birlikte çalışma saatleri çok uzun ve çalışma koşulları çok ağırdı.
Kadınlar ve çocuklar en ağır işlerde günde 13-14 saat çalışmak zorundaydılar.
Bu koşullar altında 8 saatlik işgünü işçiler için en önemli taleplerden
biriydi. 21 Nisan'da Avustralyalı işçiler 8 saatlik işgünü talebiyle bir
günlük iş bırakma kararı alırken, 1 Mayıs ilk kez Amerikalı işçilerin
aynı taleple 1 Mayıs 1886'da greve çıkmasıyla kutlanmaya başlandı. Yüz
binlerce işçi bu mücadelenin parçasıydı. 1890'da ise tüm dünyada 1 Mayıs
işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı ve önemini hiçbir zaman yitirmedi.
Rosa Lüksemburg'un söylediği gibi: "İşçilerin burjuvazi ve egemen
sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği ve talepleri karşılanmadığı
sürece, l Mayıs, işçi sınıfının bu ta-leplerinin her yıl dile getirildiği
gün" olacaktı.
1 Mayıs tarihinden
1 Mayıs 1916 Almanya'da işçilerin savaşa karşı alanlara çıktığı yıl oldu.
Karl Liebknecht kürsüden "Kahrolsun savaş, kahrolsun hükümet"
diyen konuşmasını yapıyordu. Liebknecht'in tutuklanmasının ardından 55
bin metal işçisi serbest bırakılması için greve çıktı.
1 Mayıs 1943'te İkinci Dünya Savaşı sırasında, Varşova Gettosu'nda Yahudi
işçi ve yoksulları Enternasyonal söyleyerek bayramlarını kutladılar ve
faşizme karşı mücadeleye ivme kazandırdılar.
Portekiz 1926'dan başlayarak faşist diktatörlükle yönetiliyordu. Sendikaların
ve partilerin kapatıldığı, grevlerin yasak olduğu Portekiz'de 1968 sonrası
işçi ve öğrenci mücadeleleri yükseldi. 1970 sonrasında bu mücadeleler
devam etti. 25 Nisan 1974'te yaklaşık 50 yıldır iktidarda olan faşist
diktatörlüğün yıkılmasının ardından, 1 Mayıs'ta 100 bin kişi Lizbon sokaklarını
doldurdu. O yılki 1 Mayıs gösterilerine yarım milyon işçi katıldı.
Osmanlı zamanında 1 Mayıs, ilk kez 1906'da kutlanmaya başlandı. İstanbul'da
ilk kez 1912'de kutlandı. 1924'te 1 Mayıs kutlamaları hükümet tarafından
yasaklandı. 1976'da DİSK'in organize ettiği 1 Mayıs gösterileri Taksim'de
gerçekleşti. 1 Mayıs tekrar alanlarda kutlanmaya başlandı. 1977'de 500
bin kişinin katıldığı 1 Mayıs kutlamalarında polisin kalabalığa ateş açması
sonucu 37 kişi hayatını kaybetti.
Bugün de mücadelenin terörize edilmek istendiği bir ortamdayız. Buna izin
vermeyeceğimizi en net şekilde ifade etmek için 1 Mayıs alanlarını doldurmalıyız.
Bütün mücadele tarihimizin de gösterdiği gibi "Mücadele eden yenilgiye
uğrayabilir; etmeyen zaten yenilmiştir!"
“İşçi sınıfı politikaları geri döndü!”
İngiltere'de bir buçuk milyon işçi emeklilik yaşının yükseltilmesine
karşı 28 Mart'ta greve çıktı. İşçi Partisi, patronlar ve medya neye uğradıklarını
şaşırdılar. İşçilerin sosyal güvenlik kazanımlarını 'yarım asır öncesine
geri götürmek' isteyen Blair'in neo-liberal Britanyası'nda artık böyle
şeyler olmaması gerekiyordu…
Saldırı yerel yönetim çalışanlarının emeklilik haklarına bir saldırıydı,
ancak grev ve gösteriler yerel yönetimler ile sınırlı kalmadı ve 11 ayrı
sendikanın ortak çalışması olarak örgütlendi; yeni grev ve gösterilerin
yolda olduğu açıklandı.
Yerel yönetim çalışanlarına yapılan saldırının ardında patronlarının emeklilik
yaşını AB çapında 70'e çıkarma hedefi bulunuyor. Almanya'da Merkel hükümeti
de emeklilik yaşını 67'ye çıkartma çalışmalarını sürdürüyor. Saldırının
yerel yönetimler ile sınırlı kalmayacağı ve genelleşeceği gerçekliği ortak
bir tutumun geliştirilmesine zemin oluşturdu.
Milletvekilleri emeklilik yaşı 65 olmasına rağmen, 60'ında da emekli olabiliyor.
Grevden sonra sendika liderliklerinin bir kısmı hükümet ile uzlaşma yolları
ararken, tabandaki işçiler ve kamu çalışanları, grev ve eylemlerin Fransa'da
olduğu gibi zafer kazanılıncaya kadar sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorlar.
Bu, sendikal liderliği de etkiliyor; en büyük sendika federasyonu UNISON'un
İskoçya bölgesi yetkililerinden Dave Watson, İşçi Partisi'ne yapılan politik
fon ödemelerini durdurduklarını açıkladı. PCS gibi daha militan sendikalar
ise yerel seçimlerin yapılacağı 4 Mayıs günü greve gitmek istiyor.
Emeğe Saygı !
4 Mayıs'ta İngiltere ve Galler'de yerel seçimler, İskoçya Parlamentosu
için de bazı bölge-lerde ara seçimler yapılacak. İşçi Partisi'nin solunda
savaş ve neo-liberalizme karşı kurulan seçim alternatifi Respect'in (Saygı)
ciddi bir kazanımla çıkması bekleniyor. Savaş karşıtı milletvekilli George
Galloway, genel seçimlerde Respect adayı olarak parlamentoya girmişti.
Emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı kampanya yapmayı sürdüren Respect
17 seçim bölgesinden 51 aday çıkarttı. Bunların arasında dört Türk ve
Kürt kökenli de bulunuyor. Londra'nın Clisold bölgesinden aday olan Kürt
kökenli Aslı Demirel, "Respect demokrasi mücadelesine liderlik yapıyor.
Irak savaşı ve hizmetlere yapılan kesintiler hepimizi etkiliyor. Kendi
toplumlarımızın içinde politik bir mücadele sürdürüyoruz.” diyor.
“Biz Kazandık, Siz de Kazanabilirsiniz”
Öğrencilerin ve işçilerin iki buçuk ay süren mücadelesiyle Fransız hükümetinin
genç işçilerin istihdamı konusundaki programı (CPE) yenilgiye uğratıldı.
Bu, sağ için ciddi bir yenilgi; tabandan örülen kitlesel öğrenci ve işçi
hareketi için muhteşem bir zaferdir.
Hükümet, sokak hareketini bölmeye ve bastırmaya çalışırken, hareket kitleselleşerek
güçlendi.
Hareketin öğrenci kanadı bir koordinas-yon komitesi tarafından örgütlenildi.
Her üniversiteden ve yüksekokuldan delegeler düzenli olarak toplanarak,
hareketin nasıl inşa edileceğine karar verdiler.
Kara ve demiryollarını kapatan göste- riler, patronların gözünü korkuttu.
CPE, temel işçi haklarına doğrudan bir saldırıydı. Sendikalar, başından
itibaren bu yasa tasarısına karşı çıkmışlardı. İş yaşamının ilk iki yılında
herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten atılma tehlikesinin, sendikal
tabanı zayıflatacağı çok açıktır. CPE'nin çöpe atılması, geçen yılki AB
anayasasının referandumla reddedilmesinin üzerine gelişti. Sağ hükümet
çok sıkışmış du- rumda. Yeni bir neo-liberal reform de-nemesi, yeni patlamaları
tetikleyebilir. Hareket, şimdi önüne yeni bir görev koydu: Verili yasalara
göre 14 yaşındaki çocuklar çırak olarak çalıştırılabiliyor; 15'inde-kiler
gece bile çalıştırılabiliyor. 20'den az işçi çalıştıran patronlar herhangi
bir gerekçe göstermeden işçi atabiliyor. Öğrenci Koordinasyonu, CNE olarak
bilinen bu uygulamaların da ortadan kaldırılıncaya kadar mücadeleyi sürdürme
kararını açıkladı. Sendika fe-derasyonu CGT'nin lideri Bernard Thibault,
1 Mayıs gösterilerinden başlayarak CNE'ye karşı mücadele edeceklerini
deklere etti. Bir başka sendika federas-yonu FO da CNE'yi kabul etmeyeceklerini
açıkladı.
Nick Barrett - Fransa
"Onları Sokakta Yendik!"
“CPE zaferinin bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu anlamamız gerek.
2003'te emeklilik haklarının tırpanlanması konusunda hareketin uğradığı
yenilgiden sonra yeni bir mücadele kapısı açıldı. Bu dönem AB anayasasının
reddiyle başladı. O dönemde bize küreselleşme gerçeğini kabul etmemiz
gerektiği, anayasanın kaçınılmaz olduğu söylenmişti. "Hayır"
oyuyla onları sandıkta yenilgiye uğrattık; CPE mücadelesiyle de onları
sokakta da yenebileceğimizi gösterdik.”
Basile Pot - Demiryolu işçisi
“Güvenimiz Arttı”
“Üç milyon öğrenci sokakta, grev ve boykottaydı. Bu grev ve gösterilerin
başlıca etkisi güvenimizi yükseltmek oldu. Hareketin içinde Sosyalist
Parti etrafında güçlü bir reformist kanat var. Ancak insanlar hem grev
hem de sembolik eylem ihtiyacının farkındalar. Mayıs 1968 genel grevi,
yerel düzeyde işçilerin güveni sayesinde gerçekleş-mişti. Bizler de demiryolu
is-tasyonları, hastaneler, fabrikalar ve diğer işyerlerini ziyaret ederek
grevi inşa ettik. Buradan güveni yükseltmeye çalıştık. Bizler de Sorbonne
öğrencileri arasındaki örgütlenmeye devam ediyoruz. 2-3 günde bir 150-400
öğrencinin katıldığı kitlesel toplantılar düzenledik. Gösterilerin dinamizmini
yüksek tuttuk. Neredeyse her gün eylem yaptık.”
Daniele Obono - Öğrenci
sayfa başına dön
|