Güncelleme:
22.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Terörize olmayalım:
Bush-Büyükanıt-Erdoğan Şer İttifakını Durduralım!

Türkan Uzun

ABD, İran'a saldırmaya hazırlanıyor, Türkiye'de Kürtlere yönelik imha politikaları geliştiriliyor. Hedef İran'a saldırıya ortak olmak. Arka planda ise neo-liberal politikalar iyice azgınlaştırılıyor. ABD'nin peşinden savaşa, Kürtlerin siyasi çözüm taleplerinin üzerine de tank ve tüfekle gidilmesine izin vermeyelim.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin bölgedeki lider devleti haline gelmek isteyen egemen sınıf, 1 Mart'taki gibi bir bozgunun tekrarını önlemeye çalışıyor. Bu nedenle öfkemizin mücadeleye dönüşmesini engellemek için muhalefeti terörize etmeye çalışıyorlar. "Terörizme karşı mücadele" bayrağının pesinden İran'a savaşa gidilmesine sessiz kalmamızı istiyorlar. Susmayalım!
Egemenler ne zaman toplumun isteklerine aykırı bir şey yapmak isteseler ilk önce çoğunluğu ideolojik olarak parçalarlar. Bu büyük çoğunluğu felç etmeden adım atamazlar. Bugün yine laiklik ve milliyetçiliği körüklüyorlar. Bush ile ağızbirliği ederek, İran birden "Nükleer silahlar geliştirerek laik Türkiye'yi tehdit eden Şii fanatik devlet", siyasi çözüm talepleri de "Bölücü Kürt terörizmi" tehlikesine dönüştürüldü.
Bu yöntemi gayet iyi hatırlıyoruz. 1991 Körfez Savaşı sırasında milliyetçilik alabildiğine körüklenmişti ve Türkiye'nin bu süreçten kazançlı çıkacağı iddia edilmişti. Egemenlerin dışında son 15 yıldır kazançlı çıktığını iddia edebilen var mı?
Bush yönetiminin 11 Eylül 2001 sonrası "terörizme karşı savaş"ı, dünya muhalefetini felç edemediği gibi daha da güçlendirdi. 18 Mart'ta savaş karşıtları, Müslümanların terörist ilan edilip hedef tahtasına konulmasının ardında ABD'nin egemenlik ve petrol çıkarları olduğunu dünyanın her yerinde haykırdılar.
Savaş-imha politikalarını durdurmak için, toplumsal muhalefeti "terörizme karşı mücadele" sopasıyla sindirme, BOP'un büyük devleti olma havucuyla susturma kıskacı kırılmalıdır. Bush-Büyükanıt-Erdoğan'dan oluşan şer ittifakı durdurulmalıdır.
Önümüzdeki bir ay içinde İran'a yönelik tehdidin şekli belli olacak. ABD'de savaş karşıtı hareket 29 Nisan'da tekrar sokakta. 6 Mayıs'ta sayısız ülkede İran saldırısına karşı eylemler yapılacak. 1 Mayıs'ta ve 6 Mayıs eylemlerinde savaş ve imha politikalarına karşı öfke ve tepkimizi en kitlesel şekilde ortaya koyalım, savaş çığırtkanlarının sesini bastırarak onları felç edelim.

Tehlikeleri mücadeleye dönüştürelim

Böyle olmaması gerekiyordu!
Son dönemde yaşananlar, egemenlerin Türkiye'nin AB sürecinde istikrar ve refaha kavuşacağına dair vaat ve iddialarıyla tümüyle çelişiyor. Önümüze konulan neo-liberal yeniden yapılanma "koşulu" gerçekleştirildi. Demokratikleşen Türkiye vaadi için kitlesel işsizlik, yoksullaşma, sosyal güvensizlik bedelleri ödendi.
Toplumun çoğunluğu için hak, demokrasi ve refah?
"Terörizm sorunu var öncelikle bunun çözülmesi gerekiyor" deniliyor ve buna da destek sunmamız bekleniyor.
Böyle oldu çünkü asıl işlevi muhalefeti sessizliğe itmek olan illüzyonların dışında büyük bir 'gerçeklik' dünya konjonktürünü belirliyor; o da ABD'nin bütün Ortadoğu ve ötesini kendi egemenlik çıkarlarına uygun bir şekilde yeniden belirlemesidir. ABD projesi Türkiye'nin AB yol haritasını da çiziyor. AB'nin müzakerelere başlamasında ABD baskısı ve Türkiye'nin jeopolitik konumu kadar TSK'nın Avrupa'nın kendi ordusunu kurma sürecine ivme sağlama potansiyeli belirleyici oldu.
Dolayısıyla TSK'nın toplumsal dengeler içinde gücüne güç katmasıyla AKP'nin de şahinleşmesi ne bir tesadüf ne de kazadır; verili dinamiğin bir sunucudur.
ABD'nin listesinde şimdi İran var. Türkiye de buna ortak olmak istiyor. ABD'nin Şiilerin Körfez petrolleri üzerindeki etkinliğini kırma hedefi ile Türkiye'nin bölgeye yönelik emelleri İran'ın zayıflatılmasını gerekli kılıyor. Sınırlara KKK Büyükanıt liderliğinde 250 bin asker yığılması İran saldırısına da hazırlıktır.
Bush'un 'terörizme karşı mücadele' senaryosunun burada da sahnelenmesi toplumu bu maceraya ikna etme politikasıdır. İkna politikalarının Kürtlere yönelik saldırgan ve provakatif yönü son derece acı ve gerçektir.
İran'a saldırı hazırlıklarının dışında bir başka etken söz konusudur. Türkiye egemenleri açısından 'siyasi çözüm' Güneydoğu bölgesinin bol devlet teşvikli yatırımlarla hiçbir emek hakkının girmediği kayıt dışı dev bir serbest ticaret bölgesi dönüştürülmesini hedef-liyor, yani neo-liberal bir dönüşüm içeriyor. Bu da ancak Kürt halkını tümüyle örgütsüzleştirerek sağlanabilir. İsrail, Filistinlilerin etrafında dev bir duvar örüyor, Türkiye de Kürt bölgelerini ucuz emek kamplarına dönüştürmeyi hedefliyor.
Bütün dünyada olduğu gibi savaş ve neo-liberalizm birlikte işletiliyor. Bir tür çözüme suskunluk ve köleleşme ile ulaşılacağı iddia ediliyor. Yine kendi yarattıkları sorunlara kendi çözümlerini dayatıyorlar. Bu eğilimden 'adil ve onurlu bir çözüm' çıkmaz, Türk ve Kürtler birlikte kaybeder, birlikte örgütsüzleşir, birlikte yoksullaşır.
Toplumsal muhalefet içinde bir kesim AB refahı ve demokrasisi hülyasına kapılıp gitti, son gelişmeleri de "kaza" diye yorumluyor ve PKK'nin silah bırakmasıyla durumun normalleşeceğini sanıyor.
Halbuki küresel düzeyde 11 Eylül 2001 sonrası gelişmeler "kaza" değildir. Asıl sorun ve tehlike nasıl ki İslamcı terör, kitle imha silahları, İran'ın nükleer kapasitesi değilse, Türkiye'de de PKK değildir. Asıl sorun Türkiye'nin BOP çerçevesinde bölgeye karşı bir vurucu ve lider güç haline gelmek istemesidir. Bu da uzun vadeli bir projedir. Bugün "normalleşme" arayışları bizi atalete iter. ABD ve BOP yenilgiye uğratılmalı, Bush-Büyükanıt-Erdoğan şer iffifakı bozulmalıdır. BOP başarılı olursa bütün bölge halklarının kanlı yenilgisinin adı "normalleşme" olacaktır.
Toplumsal muhalefet, egemenlerin Türk ve Kürtleri terörize etme, sindirme hedefini boşa çıkartarak yeni bir mücadele evresine hızla girmelidir. Bugün 'kardeşime dokunma' demeden dayak yemeyi, soyulup soğana çevrilmeyi, emperyalist çıkarlar için İran'a, Suriye'ye ölüme gönderilmeyi önleyemeyiz. Egemenlerin açtığı ve yenilgiye uğratılabilecekleri cephe budur. Savaşa ve imha politikalarına, arka planda işletilen neo-liberal yoksullaşmaya karşı mücadeleye!

 

Akan kanı demokratik çözüm durdurur

Çiğdem Özbaş, DTP İstanbul İl Yöneticisi Lezgin Örnek ile Diyarbakır olayları ve gelişmeler üzerine görüştü.

Kürt hareketi, taleplerini barışçıl çözüm yönünde geliştirmek için 1999-2004 döneminde adım attı. AB süreci ile kimi değişimler yapıldı. Ancak bunlar daha ziyade göstermelikti ve devlet hızla "bizden bu kadar" dedi, taleplerimize kulak tıkadı, Kürt hareketini bitirmeye yöneldi.
Olumsuz gelişmelere rağmen Kürt halkı barışçıl taleplerine 2005 Newroz'unda sahip çıktı. Ancak Mersin'de bayrak olayıyla şoven bir dalga yükseltme politikası ile karşılaştık. DTP'ye de "Kürt taleplerinden uzaklaşın, kendinizi inkar edin" denildi.
Erdoğan, Aydınlarla görüşerek, Diyarbakır'da "Kürt sorununda çözüm"e yönelik sözler verdi ama hızla ordu ile bir bütünleşme içine girerek imha politikalarına yöneldi. Şemdinli olayları yaşandı.
Şemdinli'de devletin ordu kanadı suçüstü yakalandı, çünkü Kürt halkı demokratikleşme ortamının karanlığa gömülmesine izin vermek istemiyordu. Susurluktan daha büyük bir olay ortaya çıkmış olmasına rağmen üstü kapatıldı.
Kürt halkı bütün olanlara rağmen 2006 Newroz'unda barışçıl demokratik tavrını ortaya koydu. Ancak üç gün içinde Muş'ta bir katliam yapıldı. Barışçıl bir çözüm talebine böyle yanıt verildi.
Diyarbakır'da cenazelerin sahiplenilmesi sırasında kitlede duygusal çıkışlar yaşandı. Ortaya çıkan tepki terörize edildi, biri çocuk üç kişi katledildi. Ertesi günkü cenaze sırasında 100 bin kişiye şiddet uygulandı, üçü çocuk 10'dan fazla insan öldürüldü.
Eylül 2005'ten başlayan bir sürecin sonuçlarına tanık oluyoruz. Son dönemde 250 bin askerin bölgeye kaydırılması bizim açımızdan sadece Kürtlere yönelik bir mesele değildir. Devlet her yerde demokratik kazanımları yok etmeye çalışıyor.
Bir yandan askeri imha diğer yandan sivil haklara ve demokratik tepkilere yönelik 12 Eylül rejiminde bile uygulanmayan yasalar devreye sokuluyor. Hareketi bastırma ve bitirme girişimi var. Kısa vadede imha girişimleri devam edecektir. Başaramazlarsa siyasal bir kanal açılabilir.
Çözüm siyasal düzeyde genel af, kültürel ve siyasal kimliklerinin kabulü ve demokratik ve toplumsal bir barışın sağlanmasıdır. Anti-demokratik yasalar, inkar ve imha operasyonları çözüm yolunu geliştiremeyecektir. Türkiye'nin rahatça verebileceği bir demokratik çözüm istiyoruz. Bunun dışında bir çözüm yolu da yok. Halklar arasında kanın akmaması için tek yol bu.

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git