Güncelleme:
06.02.2007
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Osmanlı Muhalefet Partileri

Bu yazı Cem Uzun'un Kemalizm Sol Değil kitabından bir bölümdür.

Osmanlı muhalefeti, kriz içindeki bir toplumsal yapının ürünüydü. Ekonomik ve sosyal gelişme tıkanmış durumdaydı. İmparatorluk yarı-sömürge durumuna düşmüştü. Osmanlı kapitalist dünyadan izole bir şekilde yaşayamazdı. Askeri düzeyde ve dolayısıyla ekonomik alanda rekabete zorlandı. Kriz, Osmanlı’nın kapitalist Avrupa ile karşılıklı ilişkisinin ürünü olarak çıktı. Krizin çözümü için politik fikirler de Avrupa’dan geldi.

Toplumsal değişim ihtiyacı, Balkanların geri kalanında olduğu gibi Türkiye’de de devrimciler açısından ciddi bir sorun oluşturdu. Toplum nasıl değişebilirdi? Osmanlı İmparatorluğu’nu ıslah etmek mümkün müydü, yoksa devlet mutlak olarak yıkılmalı mıydı? Değişimin öznesi İmparatorluk içinde miydi, yoksa Avrupa’daki büyük güçlerin müdahalesi mi gerekiyordu? En büyük soru ise, nasıl bir modern devlet yaratmak gerektiği, hangisinin mümkün olduğuydu. Bu kadar farklı ulus ve dinin birlikte yaşadığı bir imparatorluktan homojen bir egemen sınıf yaratmak mümkün müydü?

Osmanlı İmparatorluğu devasa bir büyüklüğe ve etnik çeşitliliğe sahipti. Arap bölgelerinde en azından etnik-dini benzerlikler ve bir düzeyde homojenlik söz konusuydu. Ancak İmparatorluğun merkezi bölgesi olan Anadolu’da Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve Türkler birlikte yaşıyorlardı. Ekonomik olarak en gelişmiş kesimler olan Rum ve Ermeniler ise azınlık durumundaydı. Anadolu ikinci, hatta daha büyük bir Balkan sorunu oluşturuyordu.

Kapitalizmin gelişmesi, ekonomik olarak birleşik bir devlete gereksinim duyuyordu. Bütün klasik burjuva hareketleri, en azından ortak bir dili olan (ticaretin daha verimli olması için) bir devlet yaratmaya çalışmışlardır. Rekabet halindeki kapitalist ulus-devletlere bölünmüş dünyada, dil ve din farklılıkları böylesi devletleri tehdit eder.

Ancak sorun bu üniter devlete nasıl ulaşılacağıdır. Bunu yapmanın bir yolu güçlünün zayıf üzerinde hakim olması, en güçlü etnik grubun kendi toprak sınırlarını oluşturarak dil ve din bütünlüğünü dayatmasıdır. Bu, Balkanların günümüze kadar savaş alanı olarak kalmasına neden olan rekabetçi kapitalizmin mantığıdır.

Buna karşın işçi sınıfının diğer uluslardan işçilerle rekabet etmekte hiçbir çıkarı yoktur; bütün çıkarları, patronlara karşı başka ulusların işçileri ile birlik olmasındadır. Tabii ki bu, işçilerin otomatik olarak milliyetçi fikirlerden etkilenmediğini değil; sadece milliyetçiliğin işçilerin çıkarına olmadığını gösterir. Bunun anlamı, işçi sınıfının geçtiğimiz yüzyıl boyunca Balkanlar’ın başına bela olan felaketleri önleyebilecek bir güce sahip olduğudur.

Balkan işçi sınıfı büyümekteydi ve bir kısmı da Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşıyordu. Ancak işçi sınıfı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa dışında kalan bölgelerinde çok küçüktü ve Balkan işçilerinin sahip olduğu örgütlenme ve mücadele geleneğinden yoksundu. Dolayısıyla Türk Devrimi, ulusal sorunu zayıf bir işçi sınıfı ile çözmek durumundaydı.
Türk Devrimi’ne öncülük yapacak olan muhalefet partilerinin boğuştuğu nesnel ve politik sorunlar böylesi bir çetrefillik sergiliyordu.

Jön Türkler

‘Jön Türkler’ olarak tanınan muhalefet gruplarının isimleri, örgütsel yapıları ve fikirleri çok sayıda değişiklik geçirdi.
Jön Türkler arasında yaşanan tartışmaların kaynağında üç ana sorunu çözme çabası vardı:
• Değişim reform yoluyla mı, yoksa şiddetle mi elde edilecek?
• Avrupa’nın büyük güçleri ilerici bir rol oynayabilir mi?
• Bütün ulusal kesimleri kapsayan bir Osmanlı Devrimi mi, yoksa Müslüman Türklerin egemen olacağı bir Türk Devrimi mi?
Bu tartışmalarda ortaya çıkan taraflar sabit kalmayacak, üç konu kesişerek farklı saflaşmaların yaşanmasına ve genel olarak fikirlerin süreç içinde ciddi dönüşümler geçirmesine yol açacaktı.

Muhalefetin 1902 kongresi Paris’te yapıldı. Hareket, bu kongrede Sabahattin Bey’in liderliğindeki çoğunluk grubu ile Ahmet Rıza’nın liderliğindeki azınlık grubu olarak ikiye ayrıldı.

Çoğunluk, gayrimüslim kesimlerle, özellikle de Ermenilerle ittifak arayışı içindeydi ve değişim yolunu, Avrupa’daki büyük güçlerin (veya sadece Britanya’nın) destekleyeceği askeri bir darbe ile açmayı umut ediyordu. Azınlık, reform yolundan ilerlemeyi tercih ediyor ve Osmanlı İmparatorunu devirme yoluna tümüyle karşı çıkıyordu. Anti-emperyalist ve Türk milliyetçisi olan azınlık, yabancı güçlerin müdahalesine karşıydı. Azınlık grubu içinde de iki farklı duruş söz konusuydu. Ahmet Rıza etrafındaki ‘pasifist’ bir kesim tümüyle kamuoyu oluşturmaya dönük bir çalışma öngörürken, ‘eylemciler’ yüksek düzeyli bürokratlara suikast yapılmasını istiyorlardı.

Çoğunluk grubu 1903’te Britanya destekli bir darbe örgütleme girişiminde bulundu ve başarısızlığa uğradı. Bu girişime Britanya hükümetince gerçekte ne kadar destek verildiği tartışmalıdır. Çoğunluk grubu, darbe girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra çöktü. Azınlık grubu ise Türk milliyetçiliği çizgisinde olan Şura-yı Ümmet (Halk Konseyi) Gazetesi etrafında bir propaganda grubu kurdu.

Ermeniler

Ermenilerin devrimci örgütlenmeleri de 1908’e giden yolda önemli roller oynayacaklardı. Ezilen bir azınlık olan Ermeniler, 19. Yüzyılın son döneminde Abdülhamit tarafından desteklenen katliamlarla karşı karşıya kaldılar. Bütün gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş konumundaydı. Her kesimin içinde zenginler (hatta oldukça zengin olanlar) vardı. Ancak azınlık toplumları bir bütün olarak Türk ve Müslümanlardan daha az haklara sahip olmalarına karşın daha fazla vergi veriyorlardı.
Ermeniler arasında iki örgüt önemli bir yer tutuyordu. Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisi (Hınçaklar) 1887’de Cenevre’de, Ermeni Devrimci Partisi Taşnakzutyun (Taşnaklar) da 1890’da Tiflis’te kurulmuştu. Daha küçük olan Ermeni Sosyal Demokrat İşçi Örgütü sosyalist görüşe yakın olmasına rağmen Ermenilerin ayrı örgütlenmesini savunuyordu. Ermenistan’ın bağımsızlığına karşı çıkan ve Bolşeviklere sempati duyan bir dizi yayın da vardı. Ancak bunlar önemli bir çekim gücü oluşturmuyordu.

Sözü geçen bütün partiler, sosyalist bir çizgide olduklarını ifade ediyorlardı. Taşnaklar resmi olarak 1907’de İkinci Enternasyonal’e üye oldular. Ermeni toplumunun yüzde 85’i köylülerden oluşuyordu. Taşnaklar, İkinci Enternasyonal’in 1896 Kongresi’ne şöyle bir mesaj gönderdiler:

Fabrikalarımız da yok, burjuvazimiz de yok... Ama sizin insanlığın sosyalist geleceği üstüne görüşünüzü paylaşıyoruz.

Hınçak Partisi ise daha radikal bir duruşa sahipti. İlk Ermeni komünistleri Hınçak Partisi’nden çıkacaktı.
İki parti de Plekhanov, Kautsky gibi Marksist düşünürlerin yanı sıra Jaures gibi sosyal demokratların eserlerini tercüme ettiler. Taşnaklar, Rus Sosyal Devrimcilerin eserlerini de kullandılar.

Ermeni partileri ciddi bir etki alanına sahiptiler. 600 ayrı dergi, kitap ve gazete yayımlıyorlardı. Sadece Taşnaklar’ın 45 süreli yayını vardı. 1909’a gelindiğinde Taşnak Partisi’nin İstanbul’da çıkan Azadamart (Özgürlük Kavgası) adlı yayını 10-15 bin satıyordu.

1905-1907: Osmanlı muhalefeti yeniden toparlanıyor

1905’in son aylarında Jön Türk hareketinin her iki tarafında da bir dizi değişim yaşandı. Azınlık koalisyonu gerilemişti. Grubun gazetesi Şura-yı Ümmet, yayımlandığı Kahire’de İngilizler tarafından kapatılmıştı. Osmanlı tahtının ikinci varisi Yusuf İzzetin Efendi’nin özel doktoru olan Bahattin Şakir Paris’e gitti ve grubu aktif politik bir örgütlenmeye dönüştürmek için çalışmalara başladı. Yaptıklarını şöyle anlatıyor:

Komite ‘evrimci’ bir program gerçekleştirmeye çalışıyordu… Benim önerim, programa ‘devrimci ilkeler’ eklenmesi oldu.

Pasif aydınlatmadan aktif bir programa geçişin kabul görmesiyle, Komite iş bölümü ilkelerine göre yeniden örgütlendi.
Bahattin Şakir ilk etapta Jön Türkleri ve Ermeni örgütlenmelerini birleştirmeye çalıştı. Ancak koalisyonun Türk milliyetçiliği nedeniyle bu girişim başarısızlığa uğradı. Şakir bunun üzerine koalisyonu merkeziyetçi davranan devrimci bir örgüte dönüştürmeye başladı.

Bu yeni yapı, belirli kuralları vurgulayan, üye sayısını arttırma ve şube kurma hedefli devrimci bir partiyi andırıyordu ve Terakki ve İttihat (İlerleme ve Birlik) ismini aldı. Bu ismi Jön Türk geleneğinin devamcısı oldukları mesajını vermek üzere seçtiler.

Bahattin örgütte merkezi bir rol üstlendi. Bütün iletişim onun üzerinden sağlanıyordu. Şerif Mardin, Bahattin’in İttihat ve Terakki’deki rolünü, Stalin’in Rus Komünist Partisi’ndeki pozisyonuna benzetir. Bahattin, daha sonra, yeniden yapılanan İttihat ve Terakki içinde de, aynı güçlü örgütsel rolünü oynamaya devam etti.

Bahattin’in kontrolü eline alması, hareketin Osmanlı topraklarında da büyüme dönemiyle iç içe geçiyor. Bahattin’in ağırlık verdiği konu örgüttü; fikirler değil. Yeni komite, kendinden önceki komitenin programını olduğu gibi devraldı. Buna karşın örgütün propagandasında belirgin bir şekilde Türk milliyetçiliği vardı. İttihat ve Terakki 1906-1907 döneminde hızlı bir büyüme sergiledi. Sadece imparatorluk sınırları içinde değil, Girit, Bulgaristan ve Kıbrıs’ta da şubeler açtı.

İttihat ve Terakki, Ağustos 1906’dan itibaren Selanik’ten başlamak üzere imparatorluk topraklarında şube açma çalışmaları yürüttü. 1907’nin başında, Paris’teki merkez ile irtibat halinde olan 17 şubeye ulaşmıştı. Şubat ayında İzmir’de bağımsız bir şekilde kurulan gizli bir örgüt İttihat ve Terakki’ye katıldı. Paris’teki merkezden gönderilen mektuplarda, İttihat ve Terakki’nin hedefinin Padişah Abdülhamit’i devirerek başka bir padişahı tahta oturtmak değil; politik özgürlük getirmek olduğu vurgulanıyordu. İttihat ve Terakki yayınları doğudan, Charpan adındaki bir Ermeni tarafından ülkeye sokuluyordu. Charpan, Kars Posta İdaresi’nin müdürü olarak çalışıyor ve Rusya üzerinden kuryelik yapıyordu. Bu yolla dağıtılan yayınlar sadece İttihat ve Terakki’nin gazetesi değildi. 1905 Rus Devrimi zengin bir devrimci basın yaratmıştı. Taze Hayat, Terakki, Kafkasya’nın Sesi gibi Azeri ve Ermeni yayınlar Bakü ve Tiflis’ten kaçak getiriliyordu.

Osmanlı polis arşivleri, Erzurum, Tiflis, Kars, Trabzon, İnebolu ve Samsun’da bulunan yabancı postaneler aracılığıyla Sabahattin Bey liderliğindeki cemiyetin de ülkeye kaçak yayın soktuğunu gösteriyor. Bu veriler, cemiyetin Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde ciddi bir örgütlülüğü olduğunu gösteriyor.

Sınırları kaçak olarak geçen sadece yayınlar olmadı. Cemiyet, Taşnakzutyun ile vardığı bir anlaşma sonucu, Erzurum İsyanı sırasında önemli bir rol oynayacak olan Cemiyet temsilcisi Hüseyin Tosun’un Anadolu’ya kaçak girmesini sağladı.
1902 Çoğunluk grubunun lideri Sabahattin Bey de bu dönemde aktif politik yaşama geri döndü. Sabahattin Bey’in grubunun gazetesi Terakki’ydi, grubun ismi ise Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti. Bahattin Bey’in 1905’in sonlarında birlik için görüşmeler yapmaya başlamasıyla İttihat ve Terakki ile Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti arasındaki politik farklılıklar belirginleşti. Sabahattin Bey birlik çağrısına, İmparatorluk topraklarında yaşayan çeşitli etnik ve dini toplumlara bir düzeyde kendi işlerini idare etme hakkı önerilmesinin zorunlu olduğuna inandığını bariz bir şekilde ortaya koyan politik bir programla yanıt verdi.

Sabahattin ikili bir politika izlemeye başladı. Anadolu’da ciddi bir örgütlenme (‘Küçük Asya’nın batısından doğusuna kadar her yere büyük zorluklarla gönderilen ajanların kurduğu örgütsel bir ağ’ ) kurma kararı aldı. Aynı zamanda, müdahale etmelerini sağlamak için Avrupa’daki büyük devletlerle görüşmeler yapmaya devam etti.

Eldeki veriler, Cemiyet'in de, Terakki ve İttihat gibi devrimci parti benzeri bir örgüt şekillenmesini tercih ettiğine işaret ediyor. Cemiyet, Terakki gazetesinin dağıtımı ve raporlama etrafında örgütleniyor, yerel kampanyalar sürdürmeyi hedefliyordu. Politik olarak da farklı etnik ve dini kesimler arasında işbirliğine büyük önem veriyordu.

Cemiyet’in Taşnakzutyun ile ittifak içinde olduğu düşünülüyor. İki örgüt, benzer çerçeveye sahip birleşik mücadele çağrıları yaptılar. Taşnaklar, aynı zamanda Türk örgütlenmeleri de kurup Türkçe propaganda yaptılar. Krizin derinleşmesi, Osmanlı muhalefet partilerinin artık kitlesel mücadeleler içinde olacağı ortamı hazırlıyordu.

İsyan Patlak Veriyor

Niyetimiz alnımızdan gel oku
Bakışlarımızda var mı korku
Gözümüzde ne rüya ne uyku
Hak yolunda serden geçtik dadaşlar
Mazlumların aldık intikamını
Yüce ettik dadaşlığın namını
Kırdık zalimlerin ihtişamını
Hak yolunda serden geçtik dadaşlar

Harputlu Abdullah Cevdet Bey’in Erzurum İsyanı’na Ağıtı’ndan

1908 Devrimi öncesinde çok yaygın bir toplumsal huzursuzluk söz konusuydu. İsyanları tetikleyen şey, Osmanlı’nın vergi artırımlarıydı. 1904’te İzmir’de yaşanan direnişten dolayı Temettü’nün (bir tür gelir vergisi) toplanması belirsiz bir tarihe ertelenmişti. 1905’te Midilli Adası’nda aynı durum yaşandı. İsyanlar kendiliğinden çıkmış izlenimi vermesine rağmen, muhalefet partileri tarafından şekillendiriliyordu. Muhalif liderliğin güçlü olduğu yerlerdeki isyanlar daha başarılıydı.

Yer yer yaşanan direnişlerin daha yaygın bir isyana dönüşmesinin nedeni 1906’da getirilen iki yeni vergiydi: Şahsi Vergi (kişi başına sabit bir vergi) ve Hayvanat’ı Ehiye Rüsumu (çiftçiden yetiştirdiği hayvan başına alınan vergi). Zenginlerden çok yoksul ve dar gelirlileri vuran bu tür vergiler büyük bir hoşnutsuzluk yarattı.

İlk isyan Kastamonu’da 21 Ocak’ta patlak verdi. Kastamonu halkı, İstanbul hükümetinden taleplerine yanıt alamayınca telgrafhaneyi işgal etti. Müslüman, Ermeni ve Rumlar tarafından birlikte yürütülen isyan 10 gün sürdü ve Kastamonu’nun sevilmeyen valisinin görevden alınmasını sağladı. İsyan, öyle görünmesine rağmen tümüyle kendiliğinden gelişmedi. Kastamonu, muhalif aydın ve subayların sürgün yeriydi. İsyanın liderliği, ordu içindeki bağlantılarını kullanarak işgal başlamadan önce isyancılara karşı güç kullanımını engelledi.

Sinop ve Musul da vergi isyanlarına sahne oldu. Ancak bunların en önemlisi Erzurum’da yaşandı. Şubat 1906’da başlayan ve Kasım 1907’ye kadar devam eden isyan sırasında ikili bir iktidar söz konusu oldu.

Erzurum isyanı Can Veren adında bir komite tarafından yönlendirildi. Telgrafhane işgal edildi. Can Verenlerden biri olan müdür, valinin özel telgraflarını ele geçirmişti ve valiyi İstanbul’a işgalin boyutu konusunda yanlış bilgiler vermekle suçladı . Can Veren Komitesi’nin Sabahattin Bey’in cemiyetiyle bağları olduğuna dair kanıtlar vardır.

Hükümet geri adım atmak zorunda kaldı ve vergi toplamayı durdurdu. Ancak isyan daha da ileri gitti. Hükümetin attığı adım yetersiz bulundu ve Erzurum’da iktidar devrimci komitenin eline geçti.

15 günden beri memlekette hükümet yok! Fakat Erzurum’da asayişin bu kadar istikrarlı olduğu bir zaman da olmadı. Her tarafta dükkanlar açık, ticaret serbest. Sokaklarda polis ve zaptiye gibi memurların olmaması hiçbir şekilde dikkati çekmiyor. Bir tek Müslüman veya Hıristiyan’ın burnu bile kanamadı.

Erzurum’daki alternatif hükümet daha da ileri gitti. Padişahın valisi bütün otoritesini kaybetmişti; ama komite vergi topluyor ve malların tavan fiyatını belirliyordu. Ağustos 1907’de yaşanan tahıl sıkıntısı sırasında komite valiye karaborsacılarla başa çıkması konusunda bir ültimatom verdi. Vali gerekli önlemi almayınca biri Müslüman, diğeri Ermeni iki karaborsacı linç edildi. Yerel vergi müdürü Uzun Osman ‘8 aydır hükümet yok’ açıklamasında bulundu. İsyana daha az sempati duyan bir başka yazar ise şöyle diyordu:

Ama halk vergi affında ısrar ederek siyasi gücünü kaybeden hükümete karşı da tahakküme başladı. Bu defa da çeteler yönetiyordu. İstediklerini hapse atıyor, katil bile olsa istediklerini de serbest bırakıyorlardı. Mahkemeleri parmaklarında oynatıyorlardı.

Erzurum İsyanı, Trabzon, Bitlis ve Samsun’a yayıldı. Bitlis’te bir polis müdürü öldürüldü. Samsun’da her gün ölüm olayları yaşandı. İsyan haberinin yayılmasını önlemeye çalışan yerel yönetim kimseyi, özellikle de Ermenileri telgrafhaneye yaklaştırmıyordu.

Bu isyanların ortak özelliği Müslüman ve Hıristiyanların ortak hareket etmesi, hükümetin bu güç karşısında geri adım atması, tepki çeken valileri görevden uzaklaştırması, yolsuz idarecileri işten atmasıydı. İsyanlar yatıştıktan sonra bile hükümet vergi toplayamadı. İsyanın yaygınlaşmasıyla birlikte isyanı bastırmak için orduya güvenilemeyeceği de anlaşılmıştı. Subaylar isyanlara sempatiyle bakıyor; hatta yer yer destekliyorlardı. İsyanların bir başka ortak özellik ise, devrimcilerin örgütleme gücünün giderek daha belirgin hale gelmesidir.

Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti’nin üç üyesi, Erzurum İsyanı’nda öncü rol oynamaları üzerine tutuklandılar. Hüseyin Tosun ve Sıtkı Efendi Mart 1907’de, Durak Bey ise Kasım 1907’de tutuklandılar. Cemiyet’in gazetesi olan Terakki, Erzurum’da bulunan muhabirleri aracılığıyla ayrıntılı haberler veriyordu. Erzurum İsyanı’nın şarkısı, cemiyet sempatizanı Abdullah Cevdet Bey tarafından yazıldı.

Eylül 1906’da İzmir’de yedi Ermeni devrimci ‘yurtdışındaki devrimcilerle ilişki kurmak’ suçundan tutuklandı. Çok sayıda ‘Türk, Rum, Musevi ve Ermeninin devrimci faaliyetlerden dolayı tutuklandığı haberleri yayılıyordu.

Ancak tutuklamalar hareketi dizginlemeye yetmedi. 1906’nın sonbaharında isyanlar yeniden başladı. Erzurum İsyanı’na karıştıkları gerekçesiyle 60 Müslüman hakkında İstanbul’dan tutuklama emri gelince, silahlı bir direniş yaşandı. Vali camiye hapsedildi; askerlerin direnişe hoşgörü ve sempatiyle yaklaştığı açıkça görüldü. Subaylar isyanın bastırılması için İstanbul’dan gelen emirlere uymayı reddediyorlardı.

Aşağıdaki metin, Trabzon’da yerel devrimciler tarafından hazırlanarak İttihat ve Terakki’nin Paris’teki merkezinden gönderilen afişlerin yanına asıldı, ayrıca doğrudan vali ve kumandana gönderildi:

Ey, kendinizi bir şey zanneden hayvanlar!
Artık boynunuza takılı duran saman torbalarını çıkarınız. Arsız çocuklar gibi bir iki cicili bicili üniformaya aldanıp milleti ilerletmeye çalışan halkı mahvetmeye kalkışmayınız. Yanlış istihbaratınızla zannettiğiniz işleri yapmayan kişilere zorbalık etmeyiniz. İktidarınız varsa, bu mektubun sahibini arayıp bulunuz. Anlayınız ne kadar iktidarsız olduğunuzu ki, sizin para için hayvanlar gibi aradığınız ve muzır evrak dediğiniz şeyleri işte ben size gönderdim. Bunların hepsini yapan benim. Gücünüz varsa beni bulunuz.

Bu not, hareketin ne kadar özgüvenli ve var olan rejimi aşağılayan bir devrimci bilince sahip olduğunu gösteren örneklerden sadece birisi.

İsyan giderek ilerliyordu. İttihat ve Terakki, parlamenter bir düzen için ajitasyonunu artırdı. Cemiyet ve Taşnaklar da, Trabzon’da bulunan şubeleri aracılığıyla faaliyet yürütüyorlardı. Bitlis’te polis müdürü ve düzenin destekçileri linç edilerek bedenleri sokaklarda sürüklendi.

Van’da bir fedainin (militan) tutuklanmasından sonra silah olarak iki topa sahip bin Türk, valinin güçlerine karşı koydu. Vali geri çekilmek zorunda kaldı. Bu durum genelleşti. Askerler isyancılara ateş açmak istemiyorlardı. Türk ve Ermeni devrimcilerinin birleşik gücü karşısında zayıf hissediyorlardı. Taşnaklar, Van Valisi’ni, Türk devrimcilere karşı askeri operasyonlara son vermediği takdirde öldürmekle tehdit ettiler. Buradaki Türk devrimci güç, Cemiyet’ten ziyade İttihat ve Terakki idi. İttihat ve Terakki, valiye mektup yazarak Bitlis’te olanları ona hatırlatıyordu. Ermeniler sözlerinde durdular ve valiyi tuzağa düşürerek öldürdüler.

İttihat ve Terakki, Van ve başka yerlerde kendisi dışındaki devrimci örgütlerle ortak toplantılar yapıyordu. Erzurum İsyanı’nın sonuna doğru dağıtılan bir bildiri, ‘her dinden Osmanlı tebaası’nı verili düzene karşı isyana çağırıyordu, ‘çünkü başka bir çözüm yok’tu. Farklı din ve ırka mensup kesimlerin birlikte isyan ettiğini ifade eden bildiride, anayasa, adalet, özgürlük ve bir kurucu meclis talep ediliyordu. 1907’ye gelindiğinde hareketin taleplerinin vergiler meselesinin çok ötesine geçip açık politik bir karakter kazandığı görülüyordu.

Hükümet, hareketin büyümesini yaygın tutuklamalarla durdurmaya çalıştı. Ekim 1907’de Erzurum’da 170 kişi tutuklandı. İki tutuklunun işkence sonucu öldüğü haberi yayılınca Erzurumlu kadınlar ellerinde balta, sopa ve bıçaklarla sokağa döküldü. Polis, 80 tutukluyu serbest bırakmak ve işkenceleri durdurmak zorunda kaldı. İzmir’de de özellikle Ermeniler arasında yaygın tutuklamalar yaşandı. 30 kilo dinamit, 150 kilo barut ve mermi ele geçirildi.

Diyarbakır’da, Türkler ve Ermeniler Kürt aşiret lideri İbrahim Paşa tarafından yönetilen birliklerin baskılarına karşı isyan ettiler. İstanbul’a yapılan çok sayıda başvuruya rağmen Abdülhamit, İbrahim Paşa’yı görevden almayı reddediyordu. İbrahim Paşa kenti 16 bin askerle kuşattı. Kent halkı vali konağını ve telgrafhaneyi işgal etti. 400 kişilik bir milis, ordu birliklerinin telgrafhaneyi almasını engelledi. Vali bir yabancı konsolosluğa sığınmak zorunda kaldı.

1907 sonuna gelindiğinde isyanlar, imparatorluğun her köşesine yayılmıştı. Vergi yükü ve tahıl sıkıntısı kendiliğinden isyanları tetikliyordu. Rus ve İran devrimleri tiranlara karşı koymanın mümkün olduğunu gösteriyordu. Türk ve Ermeni devrimcileri kendi iletişim ağlarını kullanarak isyan haberlerini yayıyor, isyanlar arasında koordinasyon sağlıyorlardı. İttihat ve Terakki, bütün önemli kentlerde örgütlenmişti. Cemiyet, Anadolu’da bir propaganda etkisine sahipti, ama güçlü bir örgütlenmeden yoksundu. Cemiyet’in var olan örgütlülüğü de Erzurum İsyanı’nın bastırılmasıyla kırıldı.

Yaşanan isyanlara ordunun müdahale etme isteği ve becerisi her geçen gün azalıyordu. Ordunun alt kademelerinde büyüyen bu itaatsizlik, devrimde önemli bir rol oynayacaktı.


'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön