Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


CHP Meclise Giremedi:

Neden Böyle Oldu; Ne Yapmalı?

Seçim gecesi televizyonları başında CHP’nin barajı geçip geçemeyeceğini merakla bekleyen onbinlerce emekçi sabah işe giderken buruktu. CHP’nin solundaki partilerin de başarılı olamadığı seçimlerde, ırkçı-milliyetçi oylarda patlama yaşanmıştı. Baykal istifa etti, CHP Olağanüstü kongreye gitmek zorunda kaldı. Şimdi CHP’liler “Neden böyle oldu?” sorusunun yanıtını arıyorlar. Aşağıdaki yazıda CHP’yi bu noktaya getiren politikaların neler olduğunu tartışıyoruz...
Darbecilere karşı demokrasiyi savundu mu? 12 Eylül 1980 darbesi ülkeye huzur ve istikrar getirme söylemiyle yapılmıştı. Ancak asıl amacı emek düşmanı 24 Ocak Kararları’nı hayata geçirmek, bunlara karşı işçi direncini süngü zoruyla kırmaktı. Türkiye ekonomisinin dışa açılmasının bir bedeli vardı. Patronlar bu bedeli ödemek niyetinde olmadıkları için faturayı işçilere çıkaracaklardı. Darbe bunu başardı. Ne kadar kısıtlı da olsa var olan demokratik haklarımızı tümüyle ortadan kaldırdı. Ücretler düştü. Haklarımızı savunma araçlarımız olan sendikalarımız, derneklerimiz yok edildi. 12 Eylül’ün tırpanladığı demokrasiye ihtiyacımız vardı. Ne yazık ki SHP 1980 sonrasında toplumda demokratikleşme talebini kucaklayamadı. Bu alanı sağa kaptırdı. Darbenin etkilerini temizlemeye yönelik radikal bir program oluşturmadı. Latin Amerika ve Yunanistan’da askeri iktidarlar sonrası ortaya çıkan demokratikleşme ve işkencecilerin hesap vermesi, gözaltında kaybolanların aranması vb hareketini yaratamadı. Demokrasiyi tırpanlayan, sendikacılara ve solculara işkence edenlerden hesap sormak yerine Deniz Baykal’ın imzasıyla işkence rahabilitasyon merkezlerini soruşturmakla uğraştı. Demokrasinin ve emekçi kitlelerin kararlı savuncusu olmak yerine işkencecileri mağzur gösteren bir parti oldu. Ezilenleri savundu mu? Türkiye devletine egemen olan Kuvayi-Milliye anlayışı toplumun 1/3’nü dışlıyor. 12 milyonu aşkın Kürt’te en temel demokratik haklar bile fazla görülüyor. Var olan Kürt sorunu hep askeri yöntemlerle çözülmeye çalışılıyor. Kan akıtarak şimdiye kadar hangi sorun çözümlenmiş ki? SHP’nin 1991 seçimlerinde HEP’le ittifak yaparak Kürt sorununu Meclis’e taşıması soruna barışcıl çözüm arayışının çok önemli bir parçası olabilirdi. Böyle bir ittifak yaparak siyasi çözüm beklentilerini yükselten SHP milliyetçi kampanya karşısında geri adım attı. DYP ile kurduğu koalisyonda kendinden önceki iktidarlar gibi resmi ideolojiyi savunarak askeri çözüm üzerinde yoğunlaştı. Kirli savaş tırmandırıldı. Faili meçhul cinayetler aldı başını gitti. Umutlar kanda boğuldu. Yükseltilen milliyetçi yaygaraya teslim olduğu için kardeşliğin çekim merkezini oluşturamadı. İktidar ortağıyken uygulanan politikalar yaygın bir yoksullaşmaya neden oldu. Bu iki etki SHP’yi eritti. Ne yazık ki CHP bundan ders çıkarmadı. Oysa CHP toplumsal mücadelenin yüksek olduğu 1970’lerde toplumun değişim beklentilerinin tercümanı olmuş ve “böyle gelmiş böyle gitmez” söylemiyle tarihinin en büyük başarılarını kazanmıştı. CHP bu sırada devletçi tek parti rejiminden uzaklaştı ve reformcu sosyal demokrat çizgisini oluşturmuştu. Çeteleri temizlemek için ne yaptı? Susurluk olayı devlet çete ilişkisini ortaya çıkardı. Devlet güvenlik güçlerinin yapmasını sakıncalı bulduğu faliyetlerde ülkücü faşistleri kullanıyordu. Cinayet ve hukuk dışı operasyonlarda ülkücü çeteler kullanılıyordu. Uyuşturucu, devlet ihaleleri ve faili meçhullerle örülen Susurluk zinciri toplumda büyük tepki uyandırdı. Çetelerin temizlenmesini istiyorduk. Yılmaz çetelerin nasıl temizleneceğini çok doğru bir şekilde tespit ederek, “Ankara’ya 1 milyon insan yürürse, temizlenir” demişti. Ancak böylesi bir eylemi gerçekleştirebilecek örgütlülüğe sahip olan CHP yine egemenlerin suyuna gitti. Böylesi bir eylemliliğin kontrolden çıkabileceğinden korkup “dosyalar”, “kasetler”, medyatik taarruzlarla yetindi. Daha da vahimi Susurluk ile Ülkü Ocakları ve MHP arasındaki ilişkiyi öne çıkarmadı. Çetelerin kaynağı olan ülkücü örgütlenme ve bunu besleyen savaşa karşı tutum almadan, MHP’yi Susurluk partisi olarak hakettiği yere koymak yerine “sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık” eylemlerinin Refah partisine karşı gösterilere dönüşmesine yardım etti. Çetelere karşı başlayan eylemler, generallerin çabası ve ne yazık ki CHP’nin büyük yardımıyla asıl hedefi olan MHP yerine Refah’a yönlendirildi. Laik cephe mi, emek cephesi mi? Refah Partisi’nin 1995 seçimlerinde yüzde 20’yi aşan oyları “eyvah şeriat geliyor” tepkisini uyandırdı. Halbuki olay şeriat sorunu değildi. Giderek yoksullaşan kitlelerin çözüm arayışı içinde “adil düzene” umut bağlamalarıydı. CHP kitlelerin çözüm bekleyen sorunlarına yanıt ve alternatif oluşturmak yerine “şeriata karşı laikliğin en iyi savunucusu” olmayı seçti. Generaller 28 Şubat 1997’de muhtıra verdiğinde 1980 darbesinin acıları ve yaraları henüz kapanmamıştı bile. Ancak CHP, yoksulluğa, talana tepki duyarak yüzünü islami harekete dönenlere sopa gösteren generallerin peşine takıldı. Yoksul kitlelerin çıkarlarını dile getireceğine yoksulluğu artıran işçi düşmanı sağ politikaların altına imza attı. Gelişen ekonomik krize, işten atma ve özelleştirmelere karşı mücadele etmek yerine işçi sınıfı hareketine “laisizm” deli gömleğinin giydirilmesine ortak olunca çok ciddi bir güven kaybı yarattı. CHP, işçi kitlelerinin sorunlarına çözüm olacak emek cephesini değil generaller ve patronlarla birlikte laik cepheyi tercih etti. Çetelere duyulan öfkeyi İslami harekete yönlendirerek, demokratik haklar için kendi kitlesine güveneceğine sırtını bu bozuk düzenin koruyucusu generallere yasladı.

Sol Ne Yapmalı?
Yanlış hesap sandıktan döndü! CHP İngiltere’de Blair’i, Almanya’da Schröder’i taklit ederek iktidara geleceğini umuyordu. Bu partiler sağa kaymışlardı. Baykal’da sağa kayarak, yani emek cephesi yerine laik cepheyi inşa ederek, barış yerine savaş çığırtkanlığı yaparak Blair gibi başarılı olacağını umuyordu. Ne var ki İngiltere’de İşçi Partisi zaferi 1979’dan 1996’ya kadar kesintisiz olarak iktidarda kalan Muhafazakar Parti’ye, Almanya’da Schröder de Kohl’un kesintisiz iktidarına borçlu.. İşçi Partisi sağ politikalara sahip Blair sayesinde değil Blair’e rağmen kazandı. Toplum muhafazakarlardan kurtulmak istiyordu ve İşçi Partisi’ne yöneldi. Türkiye’de ise bu denli kesintisiz tek parti iktidarı yaşanmadı. DYP-SHP iktidarı sosyal demokratları eritmişti. CHP ise bunun derslerini çıkarmadı. Seçim öncesinde savaş ve ekonomik kriz konusunda yapıcı, umut veren hiçbir politika önermedi. Bunun yerinde Atatürk’ün kurduğu parti imajıyla seçmenin karşısına çıktı. TV reklamlarında CHP ve Cumhuriyetin 75 yılı özdeşleştirilmesi yapıldı. “Atatürk’ün kurduğu parti parlamento dışı kalamaz” deniliyordu. Bu propaganda ile resmi ideolojinin en koyu savunucularına seslenmeye çalıştı. En genel anlamıyla CHP yeterince emekten yana ve yeterince sol olmadığı için öfkeli ve arayış içinde olan yığınları kucaklayamadı. Hayatı boyunca CHP’ye oy vermiş olanlar “emeğin altı oktan düşmesinden” şikayet ediyor, CHP’nin yeniden işçi sınıfına ve ezilene yüzünü çevirmesini istiyorlar. Sol ne yapmalı? CHP’nin barajın altında kalması herkesin durup düşünmesine yol açtı. Yenilginin nedenlerine dönük yaygın bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışmalar sırasında sağda mı, solda mı durduğumuz çok önemli. Solda olmanın kriteri, emekçi ve ezilenle birlikte durmak, onun sesi olmaktır. Sağda patronların ve onların devletinin sesi olan o kadar çok parti var ki, CHP’nin sağa kaymaya devam ederek toparlanması mümkün değil. CHP oylarını nereye kaybetti? CHP ve solundaki partilerin meclise girememesi toplumdaki sağa kayışı gösteriyor. Sağ fikirlerin egemenliği bir kader değil. Marks’ın dediği gibi, “egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir.” Emekçiler ancak kendi çıkarları için mücadele ettikleri zamanlarda egemen fikirlerden uzaklaºabilirler. Sol, emekçi ve ezilenlerin sesi olamadığı için kaybetti. Solun güçleneceği yerin mücadele alanları olduğunu unuttu. Umutsuzluk ve güvensizlik içindeki milyonlara umut ve güven verebilmek için mücadeleyi örgütlemek gerekiyor. Emekçiler ancak mücadele sırasında özgüvenleri arttıkça kendi çıkarlarını temsil eden partilere yöneleceklerdir. Mücadele içinde kollektif gücünü gören ve gösteren işçi sınıfı yanlızca kendisini değil, ezilen tüm diğer kesimleri de egemenlerin sultasından kurtarabilir. Kongre: Çözüm ne? CHP Olağanüstü Kongresi’nde liderliğe göre sol bir adayın seçilmesi yenilgiden doğru derslerin çıkmasına yardımcı olacaktır. CHP içinde yaºanan krizde emekçiden yana tutum almak için olağanüstü kongrede solun adayını desteklemek gerekir. Ancak Baykal yönetimine göre biraz daha solda duran bir liderliğin de CHP’nin sorunlarını çözeceğini düşünmek tam bir aymazlık olur. Şu anda solun adayı olarak görülen Karayalçın’ın DYP ile hükümet ortağı olduğu sırada 5 Nisan 1994 istikrar önlemleri paketini uygulamaya koyan, IMF ile anlaºmaya ilk imza atan sosyal demokrat genel başkan olduğunu unutmamak gerekir. Soldaki diğer adayların da CHP içindeki sağ politikalara karşı geçmişte açık bir muhalefet yürütmedikleri de ortada. Adaylar sistemin hastabakıcısı olma iddiasında. Kapitalizm hasta yatağında, ancak sosyal demokrat liderler patronların sistemini yıkmak için değil işletmek üzere kendi adaylıklarını koyuyorlar. 18 Nisan seçimleri sonrası faşist parti iktidara yürürken, Balkanlarda daha yaygın bir savaşa doğru ilerlenirken herkesin kendisine sorması gereken soru bu barbarlığa nasıl dur diyebileceğimizdir. Yirminci yüzyıl biterken dünyada yaşanan barbarlığa karşı tek çözüm işçi sınıfının iktidarıdır. Toplumsal örgütlenmenin küçük bir azınlık yerine çoğunluğun ihtiyaçlarına uygun olarak örgütleneceği sosyalizm için mücadele etmeliyiz.

1970’lerde İşçi Hareketi ve CHP
1970-80 arası ekonomik ve sosyal açıdan istikrarsızlığın arttığı bir dönemdi. Emek ve sermaye arasındaki çelişki kendisini sınıf mücadelesinde ortaya koyuyordu. İşçi mücadeleleri arttıkça toplumdaki sola kayış ve radikalleşme de arttı. Bu dönemde işçiler oylarını emekten yana politikaları dile getiren CHP’ye yöneltti. Ancak iktidara gelen CHP işçilerin beklentilerini yerine getirmekten ziyade, üretimin sık sık kesintiye uğramasından şikayetçi olan partileri dinliyordu. MESS, TİSK, TÜSİAD gibi burjuva örgütlerinin saldırı paketleri karşısında CHP’nin önerdiği “toplumsal uzlaşma” modeliydi. Genel olarak solun yükseldiği bu dönemde radikalleşen işçiler CHP’nin solundaki örgütlere yüzlerini dönmeye başladılar. Ancak bu örgütlenmeler de işçi sınıfının en genel çıkarlarını savunacak politikalara sahip olmadığından 12 Eylül darbesi karşısında egemen sınıfa karşı duracak bir işçi önderliği yaratılamadı. 1 Mayıs 77 1977 Türkiye’de 1 Mayıs işçi bayramının en kitlesel ve coşkulu şekilde kutlandığı yıl oldu. Saraçhanede toplanan yüzbinlerce emekçi “141-142’ye Hayır”, “Faşizme Geçit Yok”, “İşçiyiz, Devrimlerle Güçlüyüz” sloganlarını haykırarak alana girdiler. Emniyet kayıtlarına göre yurdun dört bir yanından gelen 53 dernek 99 işçi sendikası vardı. Yüzbinler meydandaydı. Eylemin dağılmasına yakın akşam saat yedide İntercontinental Otelin odalarından başlayan ve alanda devam eden yaylım ateş sonucu 34 kişi öldü. Daha sonra bu saldırının 200 kontrgerillacı subay tarafından hazırlandığı anlaşıldı. Katliamdan sonraki yıl 1 Mayıs’a devlet tarafından oluşturulan korku ve endişe ortamında gidilmesine rağmen Taksim Meydanında 100.000 kişi toplandı. Bu dönemde işçi sınıfının kitlesel örgütlülüğü yoğun faşist saldırılara rağmen artarak devam etti. Bu artış kendisini DİSK’in liderliğinde en solda görülen CHP çatısı altında hissettiriyordu. DİSK, 1978 seçimlerinde CHP’ye oy çağrısı yaptı. DGM’ler Çöpe Anayasa Mahkemesi’nin 1975’de iptal ettiği DGM’lerin Milliyetçi Cephe hükümetince tekrar yasallaştırılması istemine karşı DİSK yaptığı açıklamalarla tüm aydın ve işçileri bu konuda duyarlı olmaya çağırdı. Bu çağrı, 1976’da Türkiye işçi sınıfının en büyük işçi eylemlerinden birine neden olurken DİSK DGM’leri “sınıf mahkemeleri ve sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak nitelendiriyordu. Bu direnişe işverenler yoğun bir baskıyla karşılık verdiyse de DGM karşıtı eylemler sonucunda 11 EKİM 1976’da DGM’lerin işlevi sona erdi. Faşizme İhtar 20 Mart 1978’de DİSK faşistlerin 16 Mart 78’de İstanbul üniversitesinde 7 öğrenciyi öldürmelerini protesto etmek amacıyla “Faşizme ihtar” eylemi gerçekleştirdi. Tüm demokratik örgütlenmelerin destek verdiği eylem sırasında yaklaşık 1 milyon işçi eylemin bir parçası oldu. Birçok ilde elektirik, su kesintisi yaşandı, tarafik kilitlendi, radyolar sustu, öğretmenler derse, avukatlar davalara girmedi. Bu eylem en sert tepkiyi dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’ten aldı. Ecevit eylemi yasadışı ilan ederek eyleme katılan işçileri işten atmakla tehdid etti. Buna rağmen eylemlerde hiçbir gerileme yaşanmadı. Aksine 5 Ocak 1979’da bir yıl önce yaşanan Kahramanmaraş katliamını protesto etmek üzere “Faşizmi lanetleme” eylemi gerçekleşti. 1 Mayıs 79’un Taksim’de kutlanmasına Ecevit izin vermedi. Askeri müdahale 1980 darbesi öncesinde toplum alabildiğinde hareketliydi. İşçi sınıfı hayatlarını değiştirecek kararların kendilerinden bağımsız bir şekilde alınmasına karşı direnç gösteriyordu. Ocak ayının sonunda Türkiye’nin en uzun sürecek eylemi olan “Tariş direniºi” başlamıştı. Eylem ertesi gün Ege Üniversitesine, oradan bütün İzmir’e yayıldı. Eylemin sloganı “Biz halkız, hakkımızı alırız”dı. Yükselen toplumsal muhalefetten rahatsız olan egemenler toplumu askeri bir üniformanın içine soktular. İşçi hareketi ancak 1989 bahar eylemleriyle bu deli gömleğini yırtıp atabildi.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 4; Mayıs 1999

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön