Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Seattle’dan Cenovaya: Küresel Direniş Hareketi

Hareket Nasıl Doğdu

68 hareketi 1970'lerin sonlarına doğru geri çekildi. Dünyada neo-liberal ekonomik ve ideolojik dalganın egemen olmasıyla toplumsal muhalefet işçi sınıfı ve sol etrafındaki şekillenmesini yitirip bir parçalanma süreci yaşadı.

Kadın ve çevre hareketlerinin, sivil toplum örgütlenmelerinin yükselişi en genel anlamda bu sürece denk düşüyor.

Daha sonraları bu hareketler çeşitlendi. Akla gelebilecek her konuda sivil toplum örgütlenmeleri ve aktivist yapılar ortaya çıktı. Çocuk işçiliğe, kayıt dışı istihdama, idama karşı kampanyaların yanı sıra örneğin bir mahalle hastanesinin kapatılmasını ya da ulu bir ağacın kesilmesini engellemek, Nikaragua devrimiyle, Zapatistalarla dayanışmak veya Üçüncü Dünya Ülkeleri'ndeki açlığa çare bulmak gibi amaçlarla sayısız kampanyalar yapılmaya başlandı. Bu kampanyalar kimi zaman kamuoyunun gündemine girebilecek bir hareketlilik yaratabilmelerine rağmen sistemde yapılmasını istedikleri reformları (iyileştirmeler) kazanamamanın sancılarını yaşadılar.

En basit, en kısmi iyileştirmelerin karşısına bile bir dünya sisteminin çıkması, kâr ve rekabete dayalı kapitalizm içinde yapılabileceklerin sınırlılığını ortaya koyuyordu.

Mücadele süreci bu hareket ve kampanyaların genel olarak kazanamadıklarını ve marjinal kaldıklarını gösterdi. Bir kısım aktivisti demoralize eden bu sıkışmışlık duygusu yaşanan sorunların giderilmesi için daha büyük güçlere gerek olduğu dersinin çıkarılmasını da beraberinde getirdi.

1989 sonrasının tek kutuplu dünyasında vaat edilen barış ve refah (Yeni Dünya Düzeni) savaş ve yoksullaşmadan başka bir şey değildi. DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), DB (Dünya Bankası), AB (Avrupa Birliği), G8 (Gelişmiş 8 ülke liderleri zirvesi) gibi kurumların dünya nüfusunun çoğunluğu için değil uluslararası sermaye lehine çalıştığı, dünyanın bir avuç uluslararası şirketin egemenliği için satılığa çıkarıldığı anlayışı yaygınlaşmaya başladı.

Yoksul ülkelerdeki aç insanlara zengin ülkelerin yardım etmesini isteyen ve bunun için faaliyet gösterenler, G8, IMF, DB'nın yardım etmediğini, aksine 1 koyup 9 aldıkları borç politikalarıyla bu ülkeleri daha da büyük bir açlığa sürüklediğini gördüler. Dünyanın en aç ülkelerinden biri olan Somali'ye karşı savaş yürütmek için yüz milyarlarca doların harcandığına da şahit oldular.

Çevreye daha duyarlı olmasını istedikleri Shell gibi büyük petrol şirketlerinin bunu yapmamak için Nijerya'da olduğu gibi ellerini kana bulamaktan çekinmediklerini acı bir şekilde yaşadılar.

"İnsani müdahale" diye adlandırılan Irak ve Yugoslavya savaşlarının petrole bulanmış insanlık dışı yüzünü gördüler. "Kurtarılan" Kosovalıların savaş ve yoksulluktan kaçıp AB ülkelerine sığındıklarında nasıl birden bire "istenmeyen asalaklar" ilan edilip hükümetin ve Nazilerin ırkçı saldırganlığına maruz kaldıklarına tanık oldular.

İşçi sınıfının bağrından çıkan sosyal demokrat partilerin neo-liberal, özelleştirmeci politikalar uygulamalarını gördüler ve hükümet değişimlerinin ne kadar az şey değiştirdiğini, ortada bir sistem sorunu olduğunu fark ettiler.

NAFTA'nın kuruluşunun duyurulduğu gün, 1994'te, Meksika'nın Chiapas bölgesinden başkente doğru silahlı bir mücadele başlatan ve yoksul yerli halkın sesi haline gelen Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun kafa tutuşundan ilham aldılar.

Sayısız kampanyanın konusu olan sorunları yaratan ve çözmeye yanaşmayanın aynı kurum ve kuruluşlar, aynı yöneticiler olduğunu açıkça gördüler. Daha da önemlisi, bütün bu olumsuzluklara, pisliklere ve yıkıma karşı durmayı kimseye havale edemeyeceklerini, sadece kendi ve kendileri gibi insanların etkinliğine güvenebilecekleri sonucunu çıkarttılar. Bu güven ve kararlılıkla mücadele etmeye, hareketi inşa etmeye başladılar. Yıllardır allayıp pullanarak "küreselleşme" diye anlatılan neo-liberal politikaların "yerçekimi gibi karşı çıkılmaz bir olgu olduğu" yalanını yutmayanlar, uluslararası bir mücadele ağını örmeye başladılar.

Kapitalizmin hayatımızı dar bir kâr şablonuna sokmaya çalışmasına, yer kürenin geleceğini tehdit etmesine karşı her yerde gelişen öfke bu hareketi besledi, uluslararasılaştırdı.

Bir başka değişle anti-kapitalist hareket geçmişin, ulusal ve kısmi çözüm arayışları çıkmazının acı derslerinin bir sonucu olarak doğdu. Hareket bir bütün olarak emekten yana ve politik yelpazenin solundadır. Hareketin içinde enternasyonalist sol akımlar ve anarşist-otonomist unsurlar da yer almaktadırlar.

Hareket Kendisini Nasıl İfade Ediyor - Protesto gösterileri

Anti-kapitalist hareketin kendisini ifade ettiği alanlardan birisi kitlesel protesto gösterileri oldu. 30 Kasım 1999 Seattle gösterilerinden bu yana bir dizi büyük protesto gerçekleştirildi: Washington (16 Nisan 2000), Millau (30 Haziran 2000), Melbourne (11 Eylül 2000), Prag (26 Eylül 2000), Seul (10 Ekim 2000), Nice (6-7 Aralık 2000), Washington (20 Ocak 2001), Quebec (20-21 Nisan 2001), Göteborg (14-16 Haziran 2001) ve Cenova. Davos'daki sermaye forumları da gösterilere tanık oldu.

Küresel sermayeyi temsil eden IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Ekonomik Forumu, AB, G8, çokuluslu şirketler vb'ne karşı yapılan bu protesto gösterileri ve elde edilen sonuçlar sisteme karşı kolektif direnişin mümkün olduğu inancının yeniden dirilişini temsil ediyor. Seattle'da DTÖ toplantısının engellenmesi, Prag'da IMF toplantısının 1 gün önce bitirilmesi, DTÖ'nün Barselona toplantısını iptal etmesi, G8'in bir sonraki buluşma yerinin dağda küçük bir kasaba olarak belirlenmesi, IMF, Dünya Bankası yöneticileri, dünyanın en zengin adamı Bill Gates vb'lerinin savunma pozisyonuna geçmesi ve son olarak da IMF'nin uluslararası toplantılarını 6 günden 2 güne indirme kararı gösterilerin elde ettiği başarılardır.

Quebec gösterileri sonrası ATTAC yetkilisi Christophe Aguiton Mayıs 68'den bahsediyor, Susan George ise Vietnam savaş karşıtı mücadelelerden bu yana bu kadar aktif bir harekete tanık olmadığını ifade ediyordu.

Her eylem çok sayıda ülkeden gelen protestocuların katılımıyla gerçekleşirken kitle kompozisyonu eylemden eyleme değişti. Seattle, Millau, Nice, Seul, Quebec ve Cenova'da işçi sınıfı katılımı çoğunluk ya da egemen olurken diğerler gösterilerde az ya da azınlık oldu. Ancak işçi sınıfının örgütlü katılımı hareketin kitlesel gücünü oluşturuyor. Amerikan işçileri olmaksızın Seattle Seattle, İtalyan işçileri olmaksızın Cenova Cenova olmazdı.

Anti-kapitalist hava

Gösteriler aracılığıyla elde edilen sonuçlar daha çok sembolik başarılar. Bundan daha önemli olan şey ise genel olarak politik havada bir değişim yaşanması. Bu küçük azınlığın yarattığı anti-kapitalist hava, neo-liberal politikalara (IMF, DB programları, özelleştirmeler vs) karşı harekete geçen kitleler için ilham kaynağı ve referans haline gelmeye başladı. Bu eylemler dünyanın bir çok ülkesinde neo- liberal dayatmaların sonuçlarına karşı mücadele eden yada etmek isteyen kesimlerle küresel direniş hareketi arasında köprü olmaya başladı.

Anti-kapitalist hareket dünya çapında henüz bir azınlık hareketi. Hareketin durumunu 1968 hareketi olarak görmek yanlış olur; ancak 68'e giden süreç olarak görmek gerekir. Hareket henüz ABD ve Fransa başta olmak üzere sadece birkaç ülkede güçlü. Çoğu ülkede ya zayıf bir hareket ya da sadece gerçekleştirilen protestoların yarattığı hava var. Anti-kapitalist gösteriler zinciri ve elde edilen başarılar 1980'lerin yenilgilerinden sonra sisteme karşı kolektif bir mücadelenin mümkün olduğu umudunu yeniden canlandırarak anti-kapitalist havayı yaygınlaştırıyor. Dünyanın bir çok ülkesinde kapitalist sistemin doğrudan sonuçlarına olan öfkenin büyümesi bu havanın güçlenmesine, harekete dönüşmesine zemin hazırlıyor.

Ancak kapitalizmin sonuçlarına ve kurumlarına karşı yapılan her gösteriyi anti-kapitalist hareket olarak tanımlamak yanlış olur. Anti-kapitalist hareket, dünya borç sorunundan emek hareketinin karşı karşıya kaldığı saldırılara, yoksullaşmadan çevre tahribatına, nükleer savaş tehdidinden ırkçılığa, Filistin sorunundan kaplumbağaların soyunun tükenmesine kadar bir çok sorunun kökeninde kâr ve rekabete dayanan dünya sistemi olduğu bütünsel bilinci üzerinden yükseliyor. Sorun bir patron, bir devlet değil, dünya patronlarının, devletlerinin, ordularının oluşturduğu kapitalist sistem. Dünya kapitalist sistemini en saf haliyle sembolize eden IMF, DB, DTÖ, AB, G8 gibi kurumlar ve çokuluslu şirketlerin anti-kapitalist gösteri zincirinin hedefleri olmasının nedeni bu bütünsel bilinç.

Yeni politik çevreler

Hareketin ortaya çıkması ve yayılmasıyla yeni politik çevreler de şekillendi, iki süreç iç içe geçmiş durumda. Fransa'da başlayan ATTAC örgütlenmesi hızla diğer Avrupa ülkelerine yayılmaya başladı. ABD'de Ralph Nader'in seçimlere katılımı anti-kapitalist havayı ve hareketi ifade eden yeni politik oluşumlardır. Bunların etrafında onbinlerce yeni aktivist mücadeleye atılıyor. Örneğin Ralph Nader kampanyası için onbinlerce kişi gönüllü aktivist oldu. Bazı sendikalar Nader ile flört etti bazıları adaylığını açıkça destekledi. ATTAC bir yıl içinde üye sayısını 20.000'nin üzerine çıkardı.

İngiltere'de son yapılan genel seçimlerde Sosyalist İttifak'ın oluşması ve aday çıkarması da yeni aktivist gruplar için politik bir adres yaratmaya başladı. İngiltere'deki Direnişi Küreselleştir hareketi bunun diğer bir örneği.

Kapitalizm eleştirisinin yeniden ortaya çıkışı ve entelektüel değişim

Anti-kapitalist hareket teorik anlamda kapitalizmin eleştirisini geliştiren yeni bir kuşak akademisyen-entelektüel çıkardı. Bunlar hareketin sözcüleri haline geldiler. Akademik çevrelerde 30 yıllık neo-liberal hegemonya, "tarih bitti" lafazanlığı, sol aydınların umutsuzluğu, "neo-liberalizmin alternatifsizliği" sürecinden bir kopuş yaşandı. Küreselleşme adıyla dayatılanları kaçınılmaz olarak gören, dünyanın bir avuç uluslararası şirketçe talan edilmesine karşı gelinemeyeceğini ifade eden, karşı gelenleri de "küreselleşemeyen dinozor" olarak niteleyen neo-liberal akademisyen ve aydınların itibarı inişe geçerken Walden Bello, Pierre Bourdieu, Susan George, Naomi Klein ve George Monbiot gibi akademisyen, yazar ve gazeteciler öne çıkmaya başladılar.

Bu insanların ortak özellikleri, 1990'larda dünyada hükümetlerin izledikleri politikaları şekillendiren ve günümüzde neo-liberalizm olarak anılan düşüncelerin çeşitli açılardan radikal eleştirilerini geliştirmiş olmaları.

Sol akademisyenler arasında yaygın olan post-modern politikalar da eleştiri merceği altına yatırılmış durumda. Anti-kapitalist hareket, post-modernizmin temelinde yatan "gerçekliğin parçalanmışlığı, bir gerçeğin diğerlerinden daha önemli olamayacağı, hele hele bir sisteme indirgenemeyeceği" yaklaşımına ve bunun sonucu olan kimlik politikalarına yönelimine karşı da güçlü bir yanıt oldu. Naomi Klein'in No Logo (Markaya Hayır) kitabında, "üniversiteler ve bilimsel araştırmalar, şirketlerin kâr hırsının boyunduruğuna sokulurken post-modern profesörlerin ya bununla işbirliği yaptığını ya da çevrelerine mayalanan felaketi göremeyecek kadar kimlik politikalarına saplandıklarını, bunlarla gençleri zehirlediklerini" ifade ediyor.

Anti-kapitalist hareketin akademisyenleri aynı zamanda hareketin aktivistleri. Walden Bello Davos zirvesine katılan ülke temsilcilerine "insanlık adına yapabileceğiniz en iyi şey, uzayın derinliklerine defolmaktır" diyecek radikalliği gösterebilmektedir. Susan George'u her direnişte görmek mümkün. Pierre Bourdieu 1995 Fransa genel grevlerinin sonrasında Raison d'Agir örgütlenmesi ve Sosyal Hareketler Estates-General'in kuruculuğunu yaptı. Bu akademisyenler fildişi kulelerinde oturmuyor, teorik katkılarının yanı sıra sistemin mağdurlarıyla yan yana mücadele ediyor ve bu duruşlarıyla da yeni aktivistlere mücadele güveni veriyorlar.

Hareket Kazanıyor Mu

Daha düne kadar karşı durulamaz bir doğa yasası gibi anlatılan ve "küreselleşme" kılıfıyla sunulan neo-liberal politikaların ve bu politikaların merkezi olan DTÖ, IMF, DB, G8, AB gibi sermaye kurumlarının meşruluğunun bu kadar sarsılması anti-kapitalist hareketin başarısıdır. Başka bir dünyanın mümkün olabileceği artık tartışılıyor ve somut mücadelelere dönüşüyor. Uluslararası sermaye kurumları toplantı yerlerini dağ başlarındaki kasabalara ya da kapitalist sistemin kendi kıstaslarına göre bile "demokratik" olarak tarif edilemeyecek Katar gibi ülkelere kaydırıyorlar.

Leman Dergisi'nde çıkan bir karikatür durumu çok iyi ifade ediyor. Uzayda toplanmış dünyaya bakan G8 liderleri, "dünyada bize yer yok" diyorlar. Gittikleri her yerde kırmızı halı, havyar ve önlerinde eğilenlerin yaptıkları törenlerle karşılaşmaya alışık olanlar artık çelik duvarların ve 20 bin polisin arkasına saklanmak (daha doğrusu hapsolmak), deniz kuvvetlerinin korumasındaki gemilerde yatıp kalmak zorunda kalıyorlar.

Gösterilerin yarattığı basıncın yanı sıra IMF ve DB'den istifa eden bazı yöneticilerin bu kurumların dayatmalarına karşı çok keskin eleştiriler yapması kurumların meşruluğunu daha da zayıflattı.

Seattle'da DTÖ ve Prag'da IMF-DB, Cenova'da G8 toplantısının erken ve / veya fiyasko ile bitmesi, Barselona'da yapılacak olan DB toplantısının iptali, Nice Zirvesi'nin sorunlu geçmesi (protestocuların üzerine atılan göz yaşartıcı gazların havalandırma sisteminden toplantı salonuna sızması nedeniyle delegelerin ağlamaya başlaması) hareketin sembolik ama sermaye kurumlarının sıkışmışlığını ifade eden, anti-kapitalist havayı besleyen kazanımları.

Patent sahibi 39 şirketin Güney Afrika'nın ucuz AIDS ilacı üretilmesini engellemek için açtıkları davaları geri çekmek zorunda kalmaları son derece somut ve milyonlarca kişinin hayatını kurtaran bir kazanım.

Monsanto gibi tarımda "yok edici tohum" satan, genetik olarak değişime uğratılmış tarımsal maddeleri yaymaya çalışan, çiftçileri sadece kendi ürettiği tarım ilaçlarını almaya zorlayan şirketlerin faaliyetleri deşifre edildi. Monsanto'nun tarım şirketlerinin borsa değeri 0'a düştü.

Hareketin birleşikliği ve küreselliği kendi başına bir kazanım, hem bugün hem de geleceğe yönelik yeni bir umut ışığı.

Küresel sermaye kurumlarının toplantılarına karşı gösteriler yeni bir radikalleşme dalgası yaratıyor. Cenova sonrası İtalya, Cenova öncesi İtalya değil artık. Cenova Direnişine katılan Nicki buna şu sözlerle tanıklık ediyor:

"Cenova İtalya'daki politik havayı tümüyle değiştirdi. Çok sayıda genç insan sol politik faaliyete geçti. Yaşı daha ileri olanlar da canlandı. Cenova insanlara anti-kapitalist hareketi inşa etme kararlığı kazandırdı."

Berlusconi hükümetinin iktidara gelişinin yarattığı sarsıntının yerini yeni bir mücadele güveni aldı.

Carlo Gulliani'nin öldürülmesi İtalya'nın her yerinde protesto edildi. Gösteriler sırasında gözaltına alının sendika temsilcilerinin serbest bırakılması için greve çıkan Brescia kentindeki Stefana çelik işçileri artık Cenova öncesinin çelik işçileri değil. Berlusconi hükümeti daha kuruluş kutlamalarını bitirmeden politik bir krizin içine yuvarlarlardı.

Küreselleşme Karşıtlığı Mı

Daha düne kadar karşı durulamaz bir doğa yasası gibi anlatılan ve "küreselleşme" kılıfıyla sunulan neo-liberal politikaların ve bu politikaların merkezi olan DTÖ, IMF, DB, G8, AB gibi sermaye kurumlarının meşruluğunun bu kadar sarsılması anti-kapitalist hareketin başarısıdır. Başka bir dünyanın mümkün olabileceği artık tartışılıyor ve somut mücadelelere dönüşüyor. Uluslararası sermaye kurumları toplantı yerlerini dağ başlarındaki kasabalara ya da kapitalist sistemin kendi kıstaslarına göre bile "demokratik" olarak tarif edilemeyecek Katar gibi ülkelere kaydırıyorlar.

Leman Dergisi'nde çıkan bir karikatür durumu çok iyi ifade ediyor. Uzayda toplanmış dünyaya bakan G8 liderleri, "dünyada bize yer yok" diyorlar. Gittikleri her yerde kırmızı halı, havyar ve önlerinde eğilenlerin yaptıkları törenlerle karşılaşmaya alışık olanlar artık çelik duvarların ve 20 bin polisin arkasına saklanmak (daha doğrusu hapsolmak), deniz kuvvetlerinin korumasındaki gemilerde yatıp kalmak zorunda kalıyorlar.

Gösterilerin yarattığı basıncın yanı sıra IMF ve DB'den istifa eden bazı yöneticilerin bu kurumların dayatmalarına karşı çok keskin eleştiriler yapması kurumların meşruluğunu daha da zayıflattı.

Seattle'da DTÖ ve Prag'da IMF-DB, Cenova'da G8 toplantısının erken ve / veya fiyasko ile bitmesi, Barselona'da yapılacak olan DB toplantısının iptali, Nice Zirvesi'nin sorunlu geçmesi (protestocuların üzerine atılan göz yaşartıcı gazların havalandırma sisteminden toplantı salonuna sızması nedeniyle delegelerin ağlamaya başlaması) hareketin sembolik ama sermaye kurumlarının sıkışmışlığını ifade eden, anti-kapitalist havayı besleyen kazanımları.

Patent sahibi 39 şirketin Güney Afrika'nın ucuz AIDS ilacı üretilmesini engellemek için açtıkları davaları geri çekmek zorunda kalmaları son derece somut ve milyonlarca kişinin hayatını kurtaran bir kazanım.

Monsanto gibi tarımda "yok edici tohum" satan, genetik olarak değişime uğratılmış tarımsal maddeleri yaymaya çalışan, çiftçileri sadece kendi ürettiği tarım ilaçlarını almaya zorlayan şirketlerin faaliyetleri deşifre edildi. Monsanto'nun tarım şirketlerinin borsa değeri 0'a düştü.

Hareketin birleşikliği ve küreselliği kendi başına bir kazanım, hem bugün hem de geleceğe yönelik yeni bir umut ışığı.

Küresel sermaye kurumlarının toplantılarına karşı gösteriler yeni bir radikalleşme dalgası yaratıyor. Cenova sonrası İtalya, Cenova öncesi İtalya değil artık. Cenova Direnişine katılan Nicki buna şu sözlerle tanıklık ediyor:

"Cenova İtalya'daki politik havayı tümüyle değiştirdi. Çok sayıda genç insan sol politik faaliyete geçti. Yaşı daha ileri olanlar da canlandı. Cenova insanlara anti-kapitalist hareketi inşa etme kararlığı kazandırdı."

Berlusconi hükümetinin iktidara gelişinin yarattığı sarsıntının yerini yeni bir mücadele güveni aldı.

Carlo Gulliani'nin öldürülmesi İtalya'nın her yerinde protesto edildi. Gösteriler sırasında gözaltına alının sendika temsilcilerinin serbest bırakılması için greve çıkan Brescia kentindeki Stefana çelik işçileri artık Cenova öncesinin çelik işçileri değil. Berlusconi hükümeti daha kuruluş kutlamalarını bitirmeden politik bir krizin içine yuvarlarlardı.

Türkiye’de Antikapitalist Hareket

Türkiye, dünyadaki neo liberal saldırıyı 12 Eylül darbesi ve Özal dönemi ile birlikte en yoğun şekilde yaşayan ülkelerden birisi. IMF patentli ekonomik programların mağduru olan Türkiye'de son dönem yaşanılan ekonomik krizlerin faturası küçük bir azınlık dışında herkesi sistemi sorgulamaya itiyor.

Türkiye'de kapitalizmin kurum ve kuruluşlarına karşı öfkeyi bileyen o kadar çok neden var ki. Ancak çeşitli kesimlerin bu öfkesi birlikte akıp çağlayan haline gelmeden önce, yönetici sınıfın böl ve yönet taktiklerinin mağduru haline geliyor. Bu durum bir kader değil. Türkiye'de yönetici sınıfın ulusal ve uluslararası düzeyde kâr ve rekabet önceliği kaçınılmaz olarak insanları mücadeleye itmeye devam edecek.

Türkiye'deki anti-kapitalistlerin görevi bu mücadelelerin yerel düzeyde kazanması için mücadele ederken dünyada yükselen küresel sermaye karşıtı hareketle fikirsel ve örgütsel düzeyde birliğini sağlayabilmektir. Türkiye'de ırkçılığa, milliyetçiliğe, gericiliğe, işsizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe karşı "başka bir dünya mümkün" şiarını yükseltmek zorundayız.

Dünyada küresel direniş hareketi bir dizi ülkede genç bir kuşağın politika sahnesine güvenli ve kararlı bir şekilde girmesiyle başladı. Bu küçük azınlık bütün dünyada bir direniş havası estiriyor.

Bu direniş havası Türkiye'de de genç bir kuşağı umutlandırıyor, ancak bu kesimin bir hareket inşa edecek güvene ihtiyaçları var. Türkiye'de dünya vatandaşı olmak isteyen, sınırların açılmasını isteyen, küresel direnişten ilham ve umut alan genç bir kuşağın sağ hegemonyaya karşı, ulusal çözüm arayanlara karşı fikirsel düzeyde silahlanma ve bulunduğu alandaki sorunların çözümü için harekete geçebilme güvenini kazanma sürecini yaşamaya ihtiyacı var. Böylesine bir hareketin sözcülüğünü yapabilecek, bu gençlere güven verebilecek aydınlar, entelektüeller, akademisyenler, sol örgütler Türkiye'de yaşanılan mücadelelerle küresel direniş hareketi arasında köprü kurmalılar. Ancak sosyal demokrasi ve sol akademisyenlerin bir kısmı Blair'in 3. yol politikalarının içinde debelenirken, diğerleri tekrar Keynesyen politikalara sarılma çabasında. Sosyalist solun büyük bölümü ise eski üçüncü dünyacı, ulusalcı çözüm yollarını ittirmeye devam ediyor. Türkiye'nin yeni bir harekete, yeni bir sola ihtiyacı her zamankinden daha acil. Yeni bir hareket ve sol yaratmak için gerekli koşullar ve fırsatlar var. Başka bir dünya istiyorsak, Türkiye'de de bir şeylerin değiştiğini görmek için yanıp tutuşuyorsak var gücümüzle bu fırsatı değerlendirmek zorundayız.

Antikapitalist; Sayı 9; Ağustos 2001

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön