Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


ABD’nin “Demokrasi” Projesi İşliyor mu?

Suriye Hükümeti, Lübnan’daki 15 bin askerini geri çekeceğini açıkladı.

Lübnan işgali tabii ki son bulmalıdır. Ancak işgallere karşı en son söz söyleme hakkı George Bush’dadır. ABD’nin Irak’ı 150 bini aşkın askerle işgal ettiği bir dönemde Suriye’ye yapılan baskı tam bir ikiyüzlülük şaheseri olarak tarihe geçecektir.

Bu baskının, Irak’ta bulunduğu iddia edilen Kitle İmha Silahları’nın denetimi meselesinde olduğu gibi savaşa giden yolu döşeme girişimine tekabül etmesi ise sorunun daha vahim boyutudur.

Bush’un “Ortadoğu’yu demokratikleştirme” başlığı altında gerçekleşen savaş ve işgaller ABD yönetimindeki bir politika değişikliğinin ifadesidir. ABD eskiden diktatörleri beslerdi. Tabii ki bu politikasını halen sürdürüyor ama artık görünürde “demokratik” olan ABD yanlısı rejimlere yatırım yapıyor. ABD’nin yerleştirdiği “demokratik rejimlerinin” ABD yanlısı olmama gibi bir demokratik hakları tabii ki yok. Burada söz konusu olan zaten “demokrasi” değil.

Bilindiği üzere aynı politika Ukrayna ve Gürcistan’da da sürdürülmektedir. Bu ülkelerdeki muhalif liderlerin ikisi de eski rejim ile iç içe geçmiş durumdaydılar. Mikheil Saakashvili önceki Başkan Eduard Shevardnadze’nin yakın çalışma arkadaşıydı. Ukrayna Hükümeti hem yolsuz hem de mafya ile işbirliği halindeydi. Ancak Yuşenko etrafındaki zenginler de öyle. Yuşenko’nun gizli polis başkanı ile yediği yemek sırasında zehirlendiğini unutmamak gerekiyor. Genelde gizli polis başkanları muhalif hareketlerin liderlerine ziyafet çekmezler. Muhalif liderler böyle bir davet alsalar bile reddederler. Lübnan’dan Suriye askerlerinin çekilmesini Lübnanlılar tarafından memnunlukla karşılanacağını düşünebiliriz.

İlk önce Suriye’nin Lübnan’daki 29 yıllık işgalinin nasıl başladığına bakalım.

Suriye ve Lübnan İkinci Dünya Savaşı sonunda kadar birer Fransız sömürgesi durumundaydılar. Lübnan bağımsızlığını 1944’de Suriye de 1946’da kazandı. Modern Lübnan’ın nüfusu 3.3 milyon civarındadır. Bunların yüzde 25’i Hıristiyan yüzde 75’i de Müslüman’dır. Dürzü ve Şiiler en önemli Müslüman gruplardır.

Suriye nüfusu ise 12 milyondur. Bunların yüzde 74’ü Sünni, yüzde 16’sı Alevi, yüzde 10’u da Hıristiyan’dır. Suriye diktatörlüğü Alevilerin kontrolündedir.

Lübnan’ın yakın tarihi Filistin’deki işgal ile iç içe geçmiş durumdadır. İsrail’in kurulması ile birlikte topraklarından sürülen 100 bin Filistinli Lübnan’daki kamplara sığınmışlardır. 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra bu kampları dolduran Filistinlilerin sayısı daha da artmıştır. 1982’ye gelindiğinde Lübnan’daki Filistinli sayısı 358 bine yani Lübnan nüfusunun yüzde 11’ine ulaşmıştı. Ürdün Kralı Hüseyin’in Kara Eylül’de yaptığı saldırılardan sonra FKÖ liderliği de Beyrut’a taşındı.

Lübnan sağ bir Hıristiyan hükümet tarafından yönetiliyordu. Ancak Müslümanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturur duruma gelmişlerdi. 1975-76 Lübnan İç Savaşı Hıristiyan Falanjistlerinin (faşist) Filistinlilere saldırması ile başladı. Sol’un bu saldırılara direnişi başarılı olunca Lübnan Başkanı Süleyman Franjie Suriye’den müdahale etmesini istedi. Suriye Başkanı Esat da ABD’nin açık, İsrail’in ise örtülü desteği ile Nisan 1976’da Lübnan’a 40 bin asker gönderdi.

Ekim 1976’da Arap Birliği işgalci gücü Caydırıcı Arap Gücü’ne dönüştürdü ancak askerlerin çoğu Suriyeliydi.

Bütün bu süre boyunca İsrail Lübnan’daki Filistinlilere karşı saldırılarda bulundu ve 1978’de Lübnan’ın güneyini işgal etti. İsrail, Suriye’nin kurtarmak için işgal ettiği sağ Hıristiyan rejimi ile ittifak kurdu. Hizbullah ve yoksul Şiilerin örgütlenmeleri işgale karşı direndiler.

1982’de İsrail daha da ileri gitti ve işgali Beyrut’a kadar genişletti. FKÖ Tunus’a kaçmak zorunda kaldı. İsrail ve Hıristiyan Falanjistlerin Sabr ve Şattila mülteci kamplarında işlediği katliam sonucu binlerce insan, çoğu kadın ve çocuk öldü.

ABD, FKÖ’nün sınır dışı edilmesini sağlamak üzere 1982’de Lübnan’a asker gönderdi ancak karşılaştığı direniş sonucu iki yıl içinde geri çekilmek zorunda kaldı.

Yoksul Şiilerin örgütü Hizbullah işgale karşı mücadeleyi sürdürdü. Mayıs 2000’de ise İsrail işgali direnişin basıncı altında çoktu.

Rafik Hairiri’nin öldürülmesi Lübnan’daki son gösteri dalgasını tetikledi. Hariri, Sudi Arabistan Kraliyet ailesinden aldığı ihalelerle zenginleşmiş ve Başbakanlığı döneminde de Lübnan’ı 40 milyar dolar borçlu kılan ve nüfusun yüzde 30’sunun işsiz bırakan neo-liberal politikalar uygulamıştı.

Suriye karşıtı gösteriler Hariri’nin şirketleri tarafından profesyonelce örgütleniyor. Yine Hariri’nin şirketleri gösteri meydanlarına dev televizyon ekranları kuruyorlar.

Lübnanlıların çoğunun Suriye işgalinin son bulmasını istediği bir gerçektir. Suriye güçleri ABD ve İsrail tarafından Sol’u ve Filistinlileri ezmek üzerine yerleştirilmişti.

Ancak çok sayıda Lübnanlı da Suriye askerlerinin geri çekilmesinin Hizbullah’ı silahsızlandırmak için kullanılacağından korkuyor. Aynı zamanda ABD’nin Suriye’ye saldırı için hazırlık çalışması yürüttüğü de tahmin ediliyor. Tam da bu nedenle Hizbullah’ın çağırdığı gösterilere 100 binlerce kişi katılıyor.

Buradaki asıl sorun Suriye birliklerine veya Lübnan’da ne olacağı değildir. Muhalefetteki General Michel Aoun ve Walid Jumblatt’ın ikisinin de elleri kanlıdır. İkisi de savaş suçlusudur. İkisi de etnik temizlik yaptı ve sayısız cinayet işledi. Şimdi de Lübnan’da çalışan Suriyeli işçilere karşı ırkçılığı körüklüyorlar. Son iki haftada 11 Suriyeli işçi öldürüldü.

Suriye’nin çekilmesini isteyenler ve Hizbullah’ın Suriye’nin kalması çağrısını yanıt verenlerin hepsinin ortak bir talebi var: Lübnan’ı son 30 yılda kan gölüne dönüştüren yabancı müdahale ve işgallerin son bulması. Şimdi asıl mesele ABD ve İsrail’in Suriye’nin çekilmesini kendi lehlerinde kullanmalarını engellemektir. ABD ve İsrail daha fazla müdahale ederse Lübnan yine kan gölüne döner.

ABD-İsrail kampı Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini bir zafer gibi sunacaklardır. Ancak daha önce üzerinde zafer naraları atılan Afganistan, savaş çeteleri ile yönetiliyor. Sözde hükümet başkent Kabül’ü bile kontrol edemiyor. Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin sayısı ise 1500’ü geçti.

Ortadoğu’daki muhalefet hareketi, neo-liberalizme ve ABD savaş-işgallerine karşı başarılı bir hareket yürütebilirse ABD’nin bildiğimiz demokrasi ile hiç alakası olmayan “yeni egemenlik projesi” ellerinde patlayabilir. Muhalefet başarısız olursa Lübnan’ı ne yazık ki yeni bir iç savaş ve kan gölü beklemektedir.

Antikapitalist; Sayı 31; Mart 2005

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön