Güncelleme:
12.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Kadın ve Devrim

Büyük kitlelerin düzene karşı mücadeleye atıldığı her dönemde kadınlar da mücadeleye atılmış, bu kalkışmalar ister başarılı olsun ister olmasın kadın sorununu ve kurtuluşunu gündeme getirmişlerdir.

1649’da İngiliz Devrimi sırasında genellikle yoksul Londralıları biraraya getiren Ranters hareketinin aileyi sorgulaması kadının ezilmediği bir dünya özleminin ifadesiydi.

İngiliz Devrimi’nden çok daha büyük kitlelerin uğruna savaş verdiği Fransız Devrimi’nde burjuvaziyi de karşısına alan en radikal işçileri kapsayan (bras nuts ve enrages) kanat içinde emekçi kadınlar mücadelenin en ön saflarındaydılar. 1789’larda devrimci mücadele ile özgürlüğün tadını biraz alan işçi kadınlar, erkeklerden daha “aşağı” olmadıklarını farkettiler.

Dünya tarihinde yaşanan ilk işçi iktidarı olan 1871 Paris Komünü kadınların kurtuluşu ve eşitliği için ilk somut adımların atılmasını sağladı. Kadın Birlikleri, kadınların eğitimi ve çocuk bakım yuvalarının kurulması için özel çaba sarfettiler.

Ancak Komün burjuvazinin cinsiyetçiliğine karşı güçlü bir gelenek yaratma fırsatı bulamadan 72 gün içinde yenildi. Barikatları en son terkedenler kadınlar oldu. Kadınlar devrimci süreç içinde kendi sınıflarıyla yükseldi ve yine kendi sınıflarıyla birlikte yenildiler. İşçi kadının konumunun sınıfın genel mücadelesinden bağımsız olmadığı, olamayacağının dersleri bu deneyimlerde saklıdır.

Bini aşkın kadın düzene karşı geldiği için idam edildi, hapse attıldı. İdam edilen kadınların cesetlerini büyük bir coşkuyla seyreden, hapse götürülen kadınlara saldırarak onları döve döve öldürmeye çalışan Versay’ın burjuva kadınlarıydı.

Hangi sınıftan olursa olsun tüm kadınların ezilmişliklerine karşı birlikte mücadele edip etmeyeceklerine yanıt “tarihsel” olarak Fransız Devrimi ve Paris Komünü’nde verildi. Burjuva feministi kadınlar kapitalist düzende erkeklerle eşitlik elde etmek için, işçi sınıfı kadını ile işçi olarak sömürülmediği, kadın olarak ezilmediği bir düzen için birlikte mücadele etmiyor, burjuva kadın erkeğin yanında kendi sınıfının çıkarlarını korumak için hemcinslerini katletmekten geri kalmıyordu.

Ekim Devrimi

Biz marksistler kadının ezilmesinin ve bunun ideolojik ifadesi olan cinsiyetçililiğin, sınıflı toplumlarla ortaya çıktığını ve ancak sınıflı toplumların ortadan kalkmasıyla yok olacağını söylüyoruz. Bunu duyduklarında kadının ezilmesine ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele eden feministlerden hemen bir itiraz yükselmekte: “Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da sosyalistti ama kadın ikinci sınıf vatandaş olarak hala eziliyor.” Bu itiraz hem haklı hem de değil. Haklı, çünkü gerçekten de Rusya’da kadın sorunu çözümlenmedi. Haksız, çünkü Ekim Devrimi ve kadının kurtuluşu için mücadele yılları ile devrimin bütün kazanımlarını boğazlayan karşı devrim dönemleri arasında hiç fark görmüyor. Halbuki iki dönem arasındaki fark iki ayrı düzene tekabül etmekte.

Marks, “toplumsal ilerleme, kadının katettiği mesafe ile ölçülür” derken kadın kurtulmadan erkeğin kurtulamayacağı, sosyalizmin kurulamayacağına işaret eder.

Ekim Devrimi’nde kadının katettiği mesafeye bakalım. Rusya devrimci sürece girmeden önce “kadının adı” büyükbaş hayvanlardan sonra anılırdı.

Eşitlik devrimin ana meselesi

Devrimin başarısıyla birlikte yeni işçi iktidarı, ekonomik, politik, toplumsal ve aileyle ilgili düzenlemeleriyle yüzyıllardır kökleşmiş eşitsizliği ortadan kaldırmanın temelini atmaya başladı.

Kadın işçilerin çalışma hakları erkeklerle eşitlendi. Ücretli doğum izni uygulaması başlatıldı. Anne ve çocuk merkezleri açıldı, bedava süt dağıtıldı. Çocuk sahibi olmak istemeyenlere talep üzerine ücretsiz kurtaj hakkı tanındı. Böylece Sovyetler Birliği dünyada kürtajin yasallaştığı ilk ülke oldu.

Evlenme ve boşanma konusundaki eski cinsiyetçi uygulamalar değiştirildi. Evlilikte kadın ve erkek eşitti. Ayrılmak isteyen çiftler anında boşanabiliyordu. Zina ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarıldı. Çocukların meşru ya da gayrı meşru olması arasındaki ayrım ortadan kaldırıldı.

Kadının ezilmişliğinin asıl nedeni olan eviçi emek sorununu çözmek için bu işlevlerin toplumsallaştırılması gerekiyordu. Devrimin kadın önderlerinden Alexandra Kollantay “mutfak ve evliliğin ayrılması, devlet ve klisenin birbirinden ayrılması kadar önemli” diyordu. Lenin de “kadının gerçek kurtuluşu proleterya öncülüğünde evişlerine topyekün savaş açılmasıyla gerçekleşecek” demekteydi.

Yemekhane, çamaşırhane, kreş ve çocuk yuvaları kurulmaya başlandı. 1919-20’de devrimin kalbi Petrograd’da nüfusun yüzde 90’ı, Moskova’da yüzde 60’ı toplumsal yemekhanelerde besleniyordu. Yapılan toplukonutlar kadınların barınma standardında çok büyük bir sıçrama gerçekleştirdi. Böylece aile, işgücünün yeniden üretildiği, kadını ezen bir toplumsal birim olmaktan çıkarıldı.

Zhenotdel

Yasa değiştirmek ve bunları hayata geçirmek bir ve aynı şeyler değildir.

Bolşevik Parti’nin kadın seksiyonu Zhenotdel, İnessa Armand öncülüğünde kadınların eşitliğinin her alanda hayata geçmesi için kuruldu.

Kommunistka adında aylık bir yayın organına sorunlar ve çözümleri irdeleniyor, kadının toplumsal hayata katılımı teşvik ediliyordu. Çok az sayıda kadının okuma yazma bildiği Rusya’da 1927’ye gelindiğinde Bilim ve Teknik okulunda okuyanların yüzde 40’ı kadınlardan oluşur hale gelmişti.

Evişlerinin toplumsallaştırılmasına kaynak yetmediği bölgelerde Zhenotdel önderliğinde bu işlerin ortaklaşa görüldüğü komünler kuruluyordu. Dolayısıyla evişi ve çocuk bakımı tek tek kadınların sırtında kambur olmaktan yine çıkarılmaya çalışılıyordu.

İstek ve irade yetmedi

Devrimin 14 emperyalist ülke tarafından kuşatılması, yıllarca iç savaş yaşanması ülkenin ekonomisini çökertti. İşçi sınıfının en kararlı devrimci kesimi cephede imha edildi.

Bu çöküntü ortamında evişlerinin toplumsallaştırılması için gerekli maddi kaynak bulunamıyordu. Yemekhane, kreş vs hizmetleri tüm toplumu kapsama fırsatı bulamadan azalıyordu. Evişi ve çocuk bakımının hafiflemeye başlayan yükü tekrar kadınların sırtına çöktü.

Ekonomik hayatı canlandırmak amacıyla başlatılan NEP dönemi kadınlar arasında işsizliğin yaygınlaşmasına neden oldu. Zhenotdel işsizliği azaltmak, yani kadının erkeğe ekonomik olarak tümüyle bağlı kalmasını önlemek için gece çalışma yasağı gibi kadın işçi haklarının kısmen geri alınmasını kabul etmek zorunda kaldı. Burada strateji Troçki’nin ısrarla söylediği en “dünyaya kadının gözüyle bakma”tı.

Büyük sıçrama

Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı işçi iktidarı, burjuva demokrasilerinin yüz küsür yıllık iktidarları boyunca çözmediği sorunlar üzerine çok önemli mesafe katedildi. Ekim Devrimi kuşağı kadın sorununu çözdüğünü iddia etmedi, ancak çözebilecek anahtarı ve yöntemi bize miras bıraktı. Lenin, Troçki, Kollantay, Kurupskaya gibi öncüler sorunun büyüklüğünün ve çözümü için ne kadar devasa bir kaynak gerektiğinin farkındaydılar. Troçki “devrim kahramanca bir çaba harcadı... Ama şu ana kadar sorunu çözemedi” diyordu.

Bu çaba sadece maddi koşullarla sınırlı değildi. Erkeklerin cinsiyetçi fikirlerini kırmak için kültürel alanda da mücadele verildi. Lenin’in “Komünist erkeklerimizin üstünü biraz kazısak altından bir cahil çıkacaktır. Ancak kazıyacak yeri iyi bilmek gerekiyor. Bu da kadın konusudur” derken komünist erkeklerin cinsiyetçilikten etkilendiklerini ifade ediyor ve buna karşı tavır almak gerektiğini vurguluyordu. İşçi sınıfı ne denli cinsiyetçi ideolojinin etkisi altındaysa buna karşı mücadele etme kararlılığının da o denli güçlü olması gerkiyordu.

Stalin’in zaferi kadının yenilgisi

Ekim Devrimi’nin her alandaki çabaları, 1928 sonrası Stalin öncülüğündeki bürokrasinin işçi sınıfını ve köylülük üzerinde baskı kurarak egemen sınıf haline gelmesiyle tersine çevrildi. Devlet kontrollü kapitalist aygıtı kurmak için stalinist bürokrasinin kadın emeğine ihtyacı vardı. Batı’da kapitalizmin ilk gelişme dönemine benzer bir şekilde kadınlar yığın halinde fabrikalarda çalıştırıldı. Bu kendi başına olumsuz bir gelişme değil. Ancak Stalin döneminde aile kutsandı. Evişlerinin toplumsallaştırılması bir yana, kadının eviçi emeği yüceltildi. Zhenotdel kapatıldı. Varolan komünler dağıtıldı. Böylece bugün kapitalizmde gün be gün yaşadığımız çifte yükün altına sokuldu kadın.

1936’da kürtaj hakkı tümüyle yasaklandı. Dahası kadınlara “Annalık Madalyası” ve teşvikler verildi. Çocuğa bakma yükümlülüğü tabi ki kadına aitti.

Boşama için sadece yüksek gelirlilerin ödeyebileceği düzeyde bedellere, uzun ve karmaşık mahkemelere bağlandı.

Aile ve cinsellik konusunda eskinin tabuları geri geldi. Genç komünist kadınların “iffeti” sorgulanıyor, onara “bekaret muayenesi” olma öğütü veriliyordu.

1943’de kadın ve erkeklerin aynı eğitim programını takip etmeleri ortadan kaldırıldı. Erkekler teknik programlara, kadınlar çocuk bakımı, el ve evişi programlarına girmeye zorlandılar. Eğitimde eşitlik tümüyle ortadan kalktı.

Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da birçok kadın ağır sanayi işçisi, doktor, avukat, bilimci, astronot var. Ancak bu kadınlar hastanedeki ya da uzaydaki mesailerini bitirdikten sonra zincirlerini sürükleye sürükleye Batı’daki hemcinsleri gibi yine kapitalist aileye dönüyor, ikinci mesailerine başlıyorlardı.

Devlet kapitalisti düzen devasa bir savaş ve sanayi aygıtı kuruluyor, Stalin bürokrasisi Batı kapitalizmine yetişmeye çalışıyordu. Ancak kadın haklarını Ekim Devrimi’nden farklı olarak Batı’dakinin bile gerisine itiyordu. Ülkede bir yandan milyonerler türüyor ama evişleri toplumsallaştırılması için kaynak ayrılmıyordu. İşte kapitalizmin, şu ya da bu görünümündeki tercihleri!

Paris Komünü’nde olduğu gibi kadın, sınıfıyla birlikte yükseldi ve sınıfyla birlikte yenilgiye uğradı.

Troçki’nin mücadelesi

Stalinist bürokrasinin yükselişine karşı etrafındaki sol muhalefetle birlikte direnmeye çalışan Troçki defalarca Stalin yönetimi altında kadının ne kadar mevzi kaybettiğini söyledi, yazdı. 1938’de yazdığı bir makalede Troçki “bir toplumsal düzeni ve devlet politikalarını değerlendimek için en açıklayıcı gösterge o toplumda kadının durumudur. Ekim Devrimi’nin yükselttiği bayrak ‘kadının kurtuluşu’nun bayrağıydı... Ancak bürokrasi...kadını resmi olarak tekrar sürü hayvanı konumuna getirdi.” saptamasını yaptı.

Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim kitabında Stalin yönetiminin aileyi tekrar işgücünün yeniden üretidiği bir tüketim birimi haline getirmesini Fransız Devrimi’nde burjuvazinin, kadınlı erkekli en devrimci işçileri keserek yönetimini sağlamlaştırmasına (9. Thermidor) benzetiyor.

Geleneğimiz

Engels şöyle der:

“Komünist toplum cinsler arasındaki ilişkilere toplumun karışmaya hakkı olmadığı bir özellik kazandıracak. Bunu, özel mülkiyeti ortadan kaldıracağı, çocukları toplumsal olarak eğiteceği için yapabilir. Dolayısıyla evliliklerde şimdiye kadar varolan, kadını kocasına, çocuğu ebeveynlerine mülkiyet ilişkileriyle bağlayan ikili temeli yok edilecektir.”

Geleneğimizin, kadının kurtuluşunu sınıfsız topluma bağlamasının nedenlerinden biri de kapitalizmdeki sömürü ilişkilerinden kaynaklanıyor. Kapitalizm kadın sorununun çözümü konusunda -teorik olarak- ev işlerini toplumsallaştırarak adım atabilir. Ancak patronların buna kaynak aktarması, kapitalizmin devasa bir şekilde genişlediği ve dolayısıyla kadın işçiye ihtiyacın kat kat arttığı bir dünyada olabilir. Bugünkü dünya ise tam tersidir. Değil genişleme, sistem tam bir daralma içinde. Daha dün kapitalizmin en dinamik ülkelerini temsil eden Asya Kaplanları bugün çöküş içerisindedir. Kriz, savaş ve devrimler, ekonomik genişlemeye göre daha yakın görünmektedir.

Kapitalizmin aileyi bir yeniden üretim ve tüketim birimi olarak koruması yalnızca bir “maliyet sorunu” değildir. Aile, sisteme ideolojik bir silah sunuyor. Cinsiyetçilikle erkek işçileri sisteme bağlıyor. Cinsiyetçiliği erkeklerin düzene başkaldırısını önlemekte kullanıyor. Cinsiyetçilik de milliyetçilik, şövenizm ve homofobi (eşcinsel düşmanlığı) gibi “böl-yönet” taktiğinin bir parçasıdır.

Sömürü düzeninde eşitlik yetmez

Bu sömürü düzeninde erkeklerle eşit olmak işçi sınıfı kadınları sorunun tamamen çözümü değildir. Bir grup zengini daha da zengin etmek için maden ocaklarında ölmenin, tekstil makinalarına el-kol kaptırmanın, işgüvenliği olmayan inşaatlarda 12-16 saat çalışmanın, çatısı çöktüm çökecem diyen, araç gereci olmayan hastanelerde doktor olmanın anlamı kapitalizmin çarkları arasında erkeklerle eşit bir şekilde öğütülmektir. Kapitalizmin gerçek yüzü budur. Herkes reklam ajansı sahibesi, yüksek ücretli halkla ilişkiler uzmanı, dünyayı dolaşan kadın gazeteci olamayacak. Yüksek profili işlerde erkeklerle eşit yarışmak burjuva femizmin özlemidir. İşçi kadın gerçeğinden olabildiğine uzaktır.

Bu nedenle sadece bütün ezme ezilme ilişkilerinin değil bütün sömürü ilişkilerinin ortadan kalktığı bir dünya için mücadele ediyoruz. Bu mücadeleyi yarına, devrim sonrasına ertelemiyoruz. Kadının çalışma hayatına girmesi, kollektif mücadelenin içinde yer alması son derece olumlu bir gelişmedir. Çünkü mücadele içindeki kadın, geleceğin inşası süreci içine girmiştir. Her işkolunda kadınların çalışması, yetenek ve becerilerini ortaya koymaları kadının kendine olan güvenini arttırır, cinsiyetçiliğe darbe vurur. Bugünden cinsiyeçiliğe karşı kazandığımız her mevzi, kurtuluş yolunun önünü açıyor. Cinsiyetçiliğe karşı kaybettiğimiz her mevzi, devrim ve kurtuluş hedefimizi o kadar uzaklaştırıyor. Bugünden yarına bir köpru kurmamız, sosyalist yapılanmaların “ezilenlerin kürsüsü olması”ndan geçiyor.

Stalinizmin etkileri

Engels’in tarif ettiği, kadının ezilmediği bir topluma ulaşma mücadelesinde sınıf savaşının devrimler gibi yüksek olduğu anlara bakarak politikalarımızı saptamamız gerekiyor. Kadın sorunun çözümü, kadının kurtuluşu için ancak bu devrimler ve mücadeleler bize rehber olabilir.

Solun büyük bir kısmının sarıldığı stalinist politikalar mücadelemize yol gösteremez. Rusya ve Doğu Avrupa’da işçi sınıfını ezen, sömüren bir egemen sınıfın ideolojisine sarılanların “sosyalizm olmadan kadın kurtulamaz” söylemi inandırıcı değildir. Stalinist sol, “tüm ezilenlerin kürsüsü olma” konusunda sınıfta kaldı.

Türkiye’de binlerce hatta belki onbinlerce devrimci kadın, stalinist ideolijiyle kadın politikalarının sonuçlarını 1980 öncesinde yaşayarak gördü. Bunların tek anlamı aşağılansa da, “saçı uzun aklı kısa” muamelesi görse de, yoldaşlarından dayak yese de, taciz ve tecavüze uğrasa da kadının sesini çıkaramamasıydı. Hatta uğradığı aşağılanma nedeniyle bizzat kadının yargılanması ve her zaman kadın sorunundan daha önemli sorunların olması solun ne kadar cinsiyetçiliğin egemenliği altında olduğunu gösteriyor.

1980 öncesinde hayatlarını ortaya koyarak bu mücadeleye atılan kadınların bugünün feministleri olması tesadüf değildir. Sol onların umutlarını kırmıştır, kadının kurtuluşunu sağlayamayacak noktalara savrulmalarına neden olumuştur. Ve ne yazık ki sol aynı hatalarda ısrar ediyor. Rus ve Doğu Avrupa işçi sınıfı kendi egemenlerini 1989’da yıkarak stalinizm konsunda tarihsel yanıtı vermiş olsa da, sol bunu görmezden gelmekte ısrar ediyor.

Devrimci markist gelenek kadın sorununu politikalarının merkezine koyar. Bu sorun işçi sınıfının iktidar sorunu, ulusal sorun, savaş, işkence, demokrasi, çevre sorunundan daha az önemli değildir. Milliyetçiliğe, savaşa, çevrenin harap edilmesine, anti-demokratik uygulamalara nasıl bugünden karşı duruyorsak kadının ezilmişliğine, cinsiyetçiliğe karşı da bugünden mücadele ediyoruz.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 7; Ağustos 1998

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön