Güncelleme:
09.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Kim Demiş ‘Bu İşçi Sınıfı Mücadele Etmez’ Diye..

2000 istikrar paketi adı altında saldırılar gün geçtikçe şiddetleniyor. Bu yoğun saldırıya rağmen işçilerin alanlarda, grevde olmaması "bu işçiler mücadele etmez" fikrini güçlendiriyor. Gerçekten de işçiler mücadele etmiyor mu? Gelin bu soruya Türkiye'deki 2 önemli mücadele deneyimini inceleyerek cevap arayalım.

2000 istikrar paketini uygulamaya kararlı yöneticiler saldırılarının dozunu gün geçtikçe arttırıyor. Memurlara %15 zammı dayattıktan sonra şimdi de aynı politikalar işçiler üzerinde uygulanmaya çalışılıyor. Patronların istikrarı için işçilerin yaşam standardını düşürmeye çalışan yöneticilere karşı mücadelenin yükselmemesi insanların kafasında "mücadele mümkün mü?" ve "kazanabilir mi?" sorularını doğuruyor. Paketlere karşı mücadelede en önemli rehberimiz 5 Nisan 1994 paketinin çöpe atılması için yapılanlardır.

Patronların istikrarı için artık kemer sıkmak istemeyen işçiler ve memurlar 95 yılında büyük mücadelelere imza attı.

20 Aralık 1994'te kamu emekçileri iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Bu eylem sonrasında binlerce memura ceza verilmiş, sürgünler yaşanmıştı.

20 Nisan 1995'de yapılan 1 günlük iş bırakma eyleminde de aynı süreç yaşanmış ve saldırılar artarak devam etmişti.

Hükümet, yükselen mücadele karşısında mücadele aracı olan sendikaları yok etme ya da işlevsizleştirmeye çalışıyordu. TÜM HABER-SEN'in kapatılması kararı bu saldırının önemli bir yanını oluşturmaktadır. Buna karşı memurlar boş durmak niyetinde değildi. Memur sendikalarının konfederasyonu Haziran 1995'i eylemler ayı haline getirmeye kararlıydı.

Konfederasyonun sözcüsü Yıldırım Kaya, 15-16 Haziran'da Ankara Güven Park'ta iki günlük oturma eylemi yapacaklarını, "bunun varolma ya da yok olma mücadelesi" olduğunu söylüyordu. Kaya şöyle diyordu:

"25 yıl önce işçi sendikalarını ortadan kaldırmaya yönelik tezgahlanan oyunlar, günümüzde kamu çalışanları için tezgahlanıyor. Demokrasi adına değişen bir şey yok. Nasıl ki, işçiler, 15-16 Haziran 1970 direnişiyle bu oyunları bozduysa kamu çalışanları da oyunu bozacaktır."

15-16 Haziran günlerinde önce sendika başkanları 2 günlük oturma eylemi yapacak, daha sonra Türkiye'nin her bölgesinden gelen memurlar 17 Haziran'da Hipodrom'da buluşup Kızılay'a yürüyecek ve eylemin bir parçası haline geleceklerdi.

15 Haziran günü sendika başkanları 2 bin kişinin katıldığı bir yürüyüşle Güven Park'a geldiler. Akşam düzenlenen şenliğe 5 bin kişi katıldı ve katılanların çoğu orada sabahladı.

Asıl şenlik 17 Haziran günü gerçekleşti. Kızılay meydanı 100 bin memur tarafından işgal edilmişti. Memurlar bir yandan istikrar paketini, sürgünleri, cezaları çöpe atmak istiyorlar, diğer yandan ise mücadelede 5’inci yıllını dolduran sendikalarına sahip çıkıyorlar, onları meşrulaştırma mücadelesi veriyorlardı. Eylemdeki pankartlar bunun en açık örneği idi. Birinde "Memur sevenler derneği değil, sendika istiyoruz" diyordu. Memurlar bu mücadeleyi kazanımla bitirme noktasında kararlıydılar. "Gemileri yaktık, geri dönüş yok" sloganı öne çıkıyordu.

Eylem burjuva gazetecilerini bile etkilemişti. Gazeteler memurların hak elde etme mücadelelerindeki kararlılığı yazıyorlardı. Bir köşe yazarı Devlet Bakanı Necmettin Cevheri'nin iki günlük Kızılay işgaliyle ilgili "Eylemleri yasadışı, ama demokratik…" sözünü aktarıp şöyle devam ediyordu:

"Cevheri haklı, memura ilişkin yasalarda her şey var, ama demokrasi yok. Bu maddeyi de memurlar yazıyor. Hem de Kızılay Alanı'nda… Hem de on binlerce kişilik bir uzman kuruluyla…"

TBMM'ye 500, Başbakanlığa 100 metre uzaklıktaki Kızılay Meydanı iki günlüğüne işgal edilmişti. Gerçekten memurlar yasalarını kendileri yazıyorlardı. Hükümet yetkililerinin Kızılay'ın eylem için kullanılmasının yasak olduğunu sürekli söylemelerine rağmen, 100 binin karşısında duran polis ve asker bu yasayı uygulayacak kadar güçlü hissetmiyordu kendisini. Yine de göstericilerin davul zurnalarına el koyarak memurların coşkusunu azaltmaya çalışıyorlardı.

Eylem 18 Haziran akşamına kadar coşkulu bir şekilde sürdü. 18 akşamı ise tartışma eylemi devam ettirip ettirmeme noktasına geldi, dayandı. Alandaki onbinler kalmak ve kendilerine karşı tepkisiz kalan hükümeti dize getirmek istiyordu. Ancak sendika liderliği eylemi devam ettirme noktasında aynı düşüncede değildi. Sendika başkanlarının katıldığı bir toplantıda konfederasyon liderliği eyleme devam etmek isteyen onbinlere rağmen eylemin bitirilmesi yönünde karar aldı. Bu karar kitleye açıklandığında büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeye neden oldu. Sendika başkanları taşlanıyor ve yuhalanıyorlardı. Kitle, eylemlerin 20 Haziran'da devam edeceğini söyleyen liderliğe karşı öfke ve güvensizlikle doluydu.

Bütün bunlara rağmen 19 Haziran'da 5 sendika liderinin göz altına alınması hareketi tekrar yükseltti. Başkaların serbest bırakılmasına ve sendika hakkını istiyen 600.000 memur 20 Haziran'da iş bıraktı. Eylemler nedeniyle İstanbul'da tren ve vapur seferleri aksadı ve hayat neredeyse durdu. 3.000 memur gözaltıları protesto etmek için "bizi de gözaltına alın!" sloganıyla eylem başlattı. Ankara Kızılay'da toplanan memurlar "Başkanları almaya geldik!" sloganlarıyla Ankara adliyesi önünde oturma eylemine geçti.

Daha sonraki dönemde de yükselen mücadele yüzünden koalisyon dağılmak zorunda kaldı. DYP azınlık hükümetinin TBMM'de güvenoylaması yapılacağı gün Türk-iş üyesi işçiler "hükümeti yıktık sıra IMF'de" sloganlarıyla Kızılay'a girdi. Hükümet güven oyu alamadı.

Yükselen mücadele hem 5 Nisan kararlarını çöpe attı hem de memur sendikalarına yönelik saldırıların geri püskürtülmesini ve sendikaların meşrulaşmasını sağladı.

Sendika liderliğine rağmen alanda kalmak isteyenler çoğunluktaydı, ancak onları birleştirecek devrimci militanlar ağı yoktu. Bu yüzden de kalma isteği kitlesel bir irade ve eyleme dönüşemedi.

Mezarda Emeklilik Yasası'na karşı Kızılay'ı dolduran 500 bin işçi, 15-16 Haziranlar ve 17-18 Haziranların bugün de yaşanabileceğinin bir işaretidir. Hiç bir şey için daha geç değil. Bugünden yarınki eylemleri başarıya ulaştırabilecek kararlı, güçlü ve işçi sınıfı içinde köklü bir devrimci parti yaratmak zorundayız. Bunu hep birlikte inşa etmeliyiz. Kazanacağımız bir dünya var.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 17; Haziran 2000

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön