Güncelleme:
13.05.2008
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Lenin “özgürlükçüyüz ama salak değiliz” demezdi

Demokrasi mücadelesi ve sosyalizm

Cem Uzun

Sosyalizm mücadelesi bir demokrasi mücadelesidir. Mücadele sadece 5 yılda bir yapılan genel ve yerel seçimlerin biçimsel demokrasisi değil; herkesin, toplumun ne şekilde işleyeceği üzerine gerçekten söz sahibi olduğu bir demokrasi içindir.

Ancak büyük bir kitle hareketi, böyle bir demokrasi biçimini gerçekleştirebilir. Kitle hareketlerinin, gelişebilmesi ve bilinçlenebilmesi için, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ihtiyacı vardır. Bu nedenle, burjuva demokrasisinin sunduğu sınırlı özgürlükler dahi bizim için önemlidir.

Sosyalizm mücadelemiz, esas olarak paraya ve servetin dağılımına ilişkin değil; demokrasiye ilişkindir. Nitekim Marx'ın işçilere çağrısı, "adil bir iş günü için, adil bir ücret" gibi muhafazakâr bir slogan yerine, "ücret sisteminin ortadan kaldırılması" temelinde devrimci bir sloganı benimsemelerine yönelikti.

Bizim esas sorunumuz, çok zengin olanların tüketimi değildir. Zenginin refahının büyük bir kısmı, bir kâğıt parçası üzerindeki basit rakamlardan ibarettir. Bizden fazla tükettikleri doğrudur ama ne kadar fazla yiyip, içebilirler; giyebilir, enerji tüketebilirler ki? Zenginlerin ellerinde tuttuğu kâğıt parçaları onlara dünya nüfusunun çoğunu etkileyen sömürü, savaş, açlık ve ölüm anlamına gelen sistemi idare etme politik gücünü sağlıyor.

Bill Gates'in 64 milyar doları var. Fakat o, parasının büyük bir kısmını başkalarına vermeyi planlıyor. Ancak bu, Microsoft gibi Çok Uluslu Şirketlerin insanlığa verdiği zararı ortadan kaldırmaya yetmez. Zenginle fakir arasında büyüyen gelir uçurumu sorunu zenginlerin, fakirlerden çaldığı refaha ilişkin değildir: Onlar, bunun çok küçük bir kısmını kendi adlarına tüketirler. Ancak zenginlerin elinde tuttuğu politik güç, fakirin fakir kalmasını sağlayan bu anti-demokratik sistemi sürdürmelerini sağlıyor. Fakir köylü, zenginin kendisinden çalabileceği çok az değer üretir; fakat zenginler tarafından işletilen sistem, fakir köylünün fakirlikten kurtulmasını engellemek için her şeyi yapıyor.

Burjuva demokrasisi ve bizim demokrasimiz

Burjuvazi, politik gücü elde etme yolunda ilerlerken, eski yönetici sınıfları zayıflatmak amacıyla demokrasiyi bir silah olarak kullandı. Fakat burjuvazi, toplum içerisinde bir azınlıktı ve eski sistemi çökertir çökertmez; demokrasiye sınırlar koydu. Marksist teorisyen George Lukacs bu konuda şöyle der:

Burjuvazinin trajedisi tarihsel olarak kendi selefi feodalizmi yenilgiye uğratmadan önce, yeni düşmanı proletaryanın sahneye çıkmasıdır. Burjuvazinin feodalizme karşı uğruna mücadele ettiği 'özgürlük' zafer anında yeni baskılara dönüşür.

Marx için de demokrasi için savaş, işçi sınıfının görevidir ve demokrasi mücadelesi, bizim mücadelemizin bir parçasıdır. Fakat genç Marx da işçi demokrasisi ile burjuva demokrasisi arasındaki fark konusunda net değildi. Ancak Paris Komünü'nün ilham verici deneyimiyle Marx, işçi demokrasisinden neyi anladığını kâğıda döktü. Okuma-yazma bilmeyen komünarlar, Marx'a bizim demokrasimiz ile burjuva demokrasisi arasındaki farkı öğretti. Paris Komünü'nde, temsilciler kongrelerde seçilir, onları seçenlere karşı sorumludur ve kendisini seçenler tarafından herhangi bir anda geri çağrılabilirlerdi. Temsilciler ancak ortalama bir işçi ücreti elde edebilirlerdi. Yasama ve yürütme ayrımı yoktu; tek tek sıradan insanlardan ayrı bir ordu ya da polis olmadığı gibi.

Burjuva demokrasisi ise bir çok açıdan sınırlıdır. Seçimler seyrektir, geri çağırma hakkı yoktur, temsilciler ayrıcalıklı ve pek çok açıdan ulaşılamazdır, gerçek gücün önemli bir kısmı, seçilmemiş olan devlet mekanizmasının elindedir ve bu mekanizma, yine seçilmemiş zenginlerle doğrudan ilişki içerisindedir.

Sosyalizm ve burjuva demokrasisi için mücadele

Marx, saf ve dolaysız bir demokrat olarak işe başlamıştı. İlk olarak, 1842 yılında liberal-demokrat bir gazete olan Rheinische Zeitung'ta çalışırken, Alman burjuvazisinin kendi servetine pek fazla düşkün ve Almanya'da burjuva demokrasisi için mücadeleye önderlik etmek için çok zayıf olduğunu fark etti. 1844'te Marx, sadece işçi sınıfının bu motivasyona ve güce sahip ve eski düzenin kısıtlayıcı bağlarından muaf olduğunu anladı.

Bununla beraber, ikna olmuş bir komünist olarak, 1848'deki devrimci ayaklanmalar sırasında, hâlâ Neue Rheinische Zeitung gazetesinin editörü olarak, Engels'in tabiriyle, "burjuvazinin radikal solunun önde giden rolünü" oynamayı seçiyordu.

Lenin ve Bolşevikler için de, burjuva demokrasisi için mücadele hayati bir sorundu. İşçi örgütlenmeleri kurma ve yürütme görevlerini sosyalist fikirlerin gelişimi için gerekli olan özgür tartışma ortamını zorlaştıran baskıcı bir Çar otokrasisi altında yürütmeye çalışıyorlardı. Onlar da, nihayetinde burjuvazinin, burjuva demokrasisi için mücadele etmeyeceğini ve bu görevin işçi sınıfına düştüğünü deneyimleriyle anlamışlardı. Lenin, uzun bir süre işçi sınıfının başarılı bir biçimde burjuva demokrasisi için mücadele ettikten sonra, sosyalist bir devrim için yeni bir adım atacak kadar güçleninceye değin, bir burjuva devletiyle yetinmesi gerektiğine inandı. Ancak daha sonra, 1917'de Lenin, Troçki'nin tezi olan, burjuva demokrasisini elde eden işçi sınıfının, devrim yolunda hızla hareket etmeye devam etmeye ihtiyacı duyacağı ve işçi demokrasisi yönünde adımlar atmak zorunda kalacağı yönündeki fikrini kabul etti.

Ekim Devrimi ve burjuva demokrasisi için mücadele

Burjuva demokrasisi için mücadele, Ekim Devrimi'nde önemli bir rol oynadı. Burjuvazi, burjuva demokrasisinin oldukça zayıf bir savunucusudur. Fakat işçi sınıfı, burjuva demokrasisinin sınırlı özgürlüklerinden yararlanmakta ve bu yolla onunla mücadele etmek için olanak kazanmaktadır. Gerçekten de, dünyada nereye dönüp bakarsak (buna Türkiye de dahildir) gerçek burjuva demokrasisi, evrensel oy ve sendika kurma hakları için mücadele, işçi sınıfının mücadelesi tarafından kazanılmış ve savunulmuştur.

Ağustos 1917'de, Rusya'daki burjuva demokratik hükümet, Sosyal Devrimci Parti isimli küçük burjuva partisinin başındaki Kerensky tarafından yönetiliyordu. Lenin o esnada bu hükümet tarafından aranıyordu ve hükümet, onun yakalanması için emir çıkartmıştı. Kerensky'nin kendisi, General Kornilov'la birlikte Petrograd'da askeri bir yönetim kurulması amacıyla planlar yapmıştı. Son anda Kerensky, generallerin kendisini de ortadan kaldıracağından şüphelenerek darbe planını açığa vurdu.
Bolşevikler, Lenin'i tutuklatmaya kararlı hükümetin başbakanının, kendisinin de planlanmasında rol oynadığı askeri darbe olasılığı karşısında ne yaptı? "Birbirini yesinler" demediler tabii. Onlar, "demokratız ama salak değiliz" de demediler. Bolşevikler derhal, askeri darbeyle mücadele edebilmek için bir kitle hareketi inşa etme işine giriştiler. Bunu, Lenin'in kendisinin ifade ettiği gibi, Kerensky'i desteklemek için yapmadılar. Aksine bu eylemi, askeri bir diktatörlüğe karşı çıkmak için yaptılar. Kerensky, orduyla uzlaşmaz bir biçimde savaşmaya gönüllü değildi; bu gönülsüzlük sadece son ana kadar darbe planının parçası olmasından da kaynaklanmıyordu. Bolşeviklerin, askeri darbeye karşı düzenlediği kampanya, Sosyalist Devrimciler ve Menşeviklerin destekçilerine kendilerinin en tutarlı demokrat olduklarını gösterme olanağı sağlamıştı. Bolşevikler, tutarlı demokrat pozisyonlarını, Kerensky'e alabileceği spesifik tedbirler önererek, darbeci generallerin kovulmasını isteyerek ve başarılı bir darbe-karşıtı direniş gerçekleştirmesini salık vererek, tutarlı bir politik saldırıyla bütünleştirmişlerdi.

Kitle hareketi etkiliydi. Bolşeviklerle beraber Menşevik ve Sosyal Devrimciler, Kornilov'un birliklerini taşıyan demir yollarını ve yine Kornilov'un emirlerini onlar aracılığıyla ilettiği telgrafları sabote ettiler. Darbe beş gün içerisinde başarısız oldu. Kerensky hükümeti kurtarıldı. Fakat bu, onun için bir zafer anlamına gelmiyordu.

Demokrasi mücadelesinde zafer, onun için tutarlı olarak savaşanlarındır ve kaybedenler, tutarsız demokratlardır. Menşeviklerin ve Sosyal Devrimcilerin destekçisi olan işçiler, demokrasi için gerçekten mücadele edenin kim olduğunu anlama fırsatı yakaladılar. Kitlesel olarak Bolşeviklerin safına geçtiler. Birkaç hafta içerisinde Kerensky hükümeti, Ekim Devrimi tarafından tarihin çöplüğüne gönderildi.


Türkiye deneyimi:

28 Şubat ve Sol

1989 baharındaki işçi eylemliliği demokrasi mücadelesine, 12 Eylül'ün karanlığından sonra yeni bir nefes kazandırdı. 90'ların başında, 600.000 üyeyle, yeni bir sendika olarak KESK kuruldu. Sol, yeniden sokaklara çıkma, özgürce propagandasını sürdürme olanağına kavuştu.

90'ların ortalarında, KESK sendikaları ilk başta baskıyla karşılaşsalar da, hükümeti sıkıştırmaya yetecek derecede güç sahibiydi. Bu, özellikle hükümet Tüm Haber-Sen liderliğinin tamamını sürmeye karar verdikten sonra, grev tehdidiyle geri adım attığı esnada çok geçerliydi. 1994'te mavi yakalı işçiler, IMF istikrar paketini yenilgiye uğratmayı başardılar. Sonrasında 1996'daki Susurluk kazası, tüm öfkeyi ve militanlığı, derin devlete yönelik doğrudan politik bir meydan okumaya çevirmişti. "Bir dakika karanlık" kampanyası, kısa sürede tüm mahalle ve semtlerde gece gösterilerine dönüştü. Başbakan Necmettin Erbakan ise Susurluk'u "fasa fiso" olarak nitelendirdi. Oysa derin devletle bu cepheleşme, 23 milyon insanı tek bir hamlede içermeyi başarmıştı. Ordu da bu kampanyayı ciddiyetle takip etti.

Kampanya, başarılı bir biçimde, yeni kurulmuş ve o esnada şimdiki ÖDP'den daha geniş bir parti olan ÖDP'nin üyeleri tarafından yönlendirildi. Bu kampanya, ÖDP'nin en başarılı çalışmasıydı ve onun temsil ettiği umut, hayal gücü ve birliğin en iyi ifadesiydi.

Genelkurmay Refah-DYP hükümetine muhtıra verdiğinde, bu muhtıra yobazlığa bir saldırı olarak kamufle edildi. Ortada olan gerçek, seçilmiş bir hükümetin, seçilmemiş ve Susurluk ilişkilerinin gerçek sorumlusu olan ordu tarafından tehdit ediliyor olmasıydı.

Muhtıraya, talihsiz bir biçimde, asıl olarak ÖDP'nin politik tepkisini ifade eden ve "Bir Dakika Karanlık" kampanyasının liderleri tarafından ortaya konulan "Ne Refahyol, Ne Hazır Ol" şeklinde sloganlaştırılmış bir yanıt verildi. Sonuçta medya, bir şekilde bu kampanyayı, Refah Partisi'ne karşı bir kampanyaymış gibi sunmanın bir yolunu buldu. Gerçekte olan şey ise Refah Partisi'nin derin devletle hiçbir gerçek bağı olmadığıydı. Sadece bir haftada dönüş gerçekleşti ve kampanya sona erdirildi.

Bunun politik sonuçları açıktı. KESK ve radikal sol bir düşüş evresine geçti. Demokrasiyi darbeye karşı savunamayan bir sol, desteğini kaybetmeye mahkumdu. KESK şu an hem üye sayısı olarak, hem de etki alanı açısından, 1997'de olduğundan çok daha kötü bir durumda. Fakat 28 Şubat'ın hedefi olan İslamcılar, sadece 5 yıl sonra, 2002'de bir çoğunluk hükümeti kurmalarını sağlayan yolda ilerlemeye devam ettiler.

Solun darbe karşıtı, demokrasi yanlısı açık bir duruş sağlamaktaki başarısızlığı, İslamcılara yaradı ve yükselen solu, düşüşe geçen bir harekete çevirmeye yetti. Şu anki krizde, aynı kaderle karşılaşmayacağımızdan emin olmalıyız.

'Gazete' sayfasına git
sayfa başına dön


 
gazete arşivine git kütüphane