Güncelleme:
12.08.2007
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Darbeciler görevden alınıp yargılansın

Generaller bir kez daha tanklarının namlularını TBMM'ye çevirerek tehditler savurdular. Hiçbir şekilde halkın temsilcisi olmayan generaller, genel seçimlerle halktan temsil yetkisi alan milletvekillerini "ayağınızı denk alın" diye uyarıyorlar. Üstelik bunu demokrasi adına yapıyorlar.

Bir tarafta seçmenlerin yüzde 34 oyunu almış ve toplumun dörtte birinden fazlasını temsil eden İslami hareket; diğer tarafta ise hiçbir demokratik süreçten geçmeden emir-komuta zinciri içinde görev yapan generaller var.

Hem Türkiye'de hem de dünyanın pek çok ülkesinde İslami hareketlerin büyümesini büyük tehlike olarak görenlerin bir kısmı ise (Laik cepheciler) bu gidişe dur denmezse demokrasi ve özgürlüklerin yok olacağını söylüyorlar. Bu nedenle de generallerin müdahalesini "ne yapalım sol olmayınca böyle oluyor, bırakalım da şeriat mı gelsin" diyerek utangaç bir şekilde yada açıkça destekliyorlar. İleride başımıza kötü şeyler gelebilir endişesi ile bugün zaten çok az sahip olduğumuz demokratik hakları peşinen gözden çıkarabiliyorlar.

İslami hareketten korkarak mevcut sistemi savunmak devlet kurumu ve onun en temel parçaları olan gene-raller, YÖK vb için çok anlaşılır. Kendi egemenliklerini sarsabilecek güçlü bir muhalif hareketi ya sisteme adapte etmek yada başını ezmek istiyorlar.

Ancak AKP'ye karşı mevcut sistemi savunmanın emekçiler ve ezilenlere bir faydası yoktur. Bu kesimlerin temsilcisi olması gereken sol için ise sistemi savunmanın tek anlamı vardır: Kendi mezarını kazmak.

Bu mezar kazma eylemi 28 Şubat sürecinde yoğun olarak yaşanmıştı. Darbecilerden yana tutum alan ya da arada kalan sendikalar, sol ve ezilenler ciddi olarak zarar gördü. AKP iktidarı boyunca Eğitim Sen'in sık kullandığı "laiklik" vurgusu ise ne toplumsal muhalefete, ne öğretmenlere, ne de sendikaya bir şey katmadı; aksine kaybettirdi.

AKP 'ye karşı "laiklik elden gidiyor" diye korunan sistem aslında hiç laik değil. Bunu başta Aleviler ve Müslüman olmayanlar çok iyi biliyorlar. Sünni müslümanlık dışındaki diğer bütün dini fikirler devlet tarafından baskı altında tutulmaktadır. Ve bu MSP, RP, FP ya da AKP ile olmadı. 1910'larda başlayıp Atatürk döneminde de hiçbir kesintiye uğramadan devam ederek bugünlere kadar geldi. Bu konudaki hak talepleri ise hep kulak ardı edildi. Cemevi, kilise, sinagog açmak ile cami açmak arasında hukuki ve fiili bir çok fark var. Bizim generallerin bu duruma bir itirazı yok; hatta bu konuda görece özgürlükçü davranma eğiliminde olan AKP hükümetine karşı AB'nin ülkeyi bölme planlarını uygulamakla suçlayan yine laik cepheciler değil mi! Hıristiyan yurttaşların dinlerini tanıtarak yaygınlaştırmak istemelerine karşı önlem alınmasını isteyen MGK üyeleri gerçek anlamda ne kadar laik olabilir! Generallerin savunduğu şeyin laiklik (yani devletin dini akımlara eşit mesafede olması) değil!

Generallerin hedefi dinin siyasete alet edilmesi de değil. Çünkü egemenler her zaman dini yaygın olarak kullandılar ve hâlâ da kullanmaya devam ediyorlar. Dinayet İşleri sadece Sünnilere hizmet veren 80 bin imamı çalıştırarak her Cuma halka nasıl bir vaaz verileceğini belirliyor. Kışlalardaki yüzbinlerce askere her gün 3 kez avaz avaz bağırtılan yemek duaları "tanrımıza hamd olsun…" diye başlamıyor mu! Din dersleri hâlâ zorunlu değil mi! İmam hatip liselerini ve ortaokullarını AKP ya da içinden geldiği partiler mi açtı! ABD'nin "yeşil kuşak" projesine uygun olarak 12 Eylül sonrasında siyasal yaşama yön verenler İslamcılar mıydı! Hem görevdeki hem de emekli generallerin dinin siyasete alet edilmesi konusunda ağızlarını açmaya hakkı yoktur. Generallerin asıl amacının dinin siyasete (ülke yönetimine) karıştırılması olmadığı kesin.

Generallerin gerçek amacı dinin onların arzu etmediği bir söylem ve hedefle kullanılmasıdır. Bu söylem ve hedef ise "şeriat düzeni"ne indirgenemeyecek kadar kapsamlıdır. İslamcılar şeriat yasaları ve cennet vaat ederek büyümüyor; adil, eşit, refah, mutlu, yolsuzluk ve yoksulluğun olmayacağı bir düzen kuracaklarını söyleyerek büyüyorlar. Bu partilere oy verenlerin de büyük kısmı islami hareketi bir umut olarak görüyor. Karşısına çıkan her engeli de bu umuda vurulmuş bir darbe!

Laiklik elden gidiyor korkusuyla devlete ve generallere verilen her destek, türban yasağı, vb uygulama, emekçileri bölüp solu küçültürken devletin işine geliyor. Çok korkulan islami hareket ise ilk demokratik süreçte karşımıza yeniden ve daha büyümüş olarak çıkıyor. Bu gerçek, hem Türkiye'de hem de benzer olaylar yaşanan Cezayir, Mısır, Tunus, Lübnan gibi bir çok ülkede geçerlidir.

İslami hareket solun rekabet ettiği siyasi bir güçtür. Solun bu rekabette epey geride kalmış olması nedeniyle umudumuzu kaybederek devletin savurduğu sopadan hayır beklemek yanlıştır. Devletin sopalı eli güçlendikçe emekçilerin ve solun bir kazancı olmayacak sadece daha fazla dayak yiyecektir.

Yaşamayı ızdırap haline getiren sistemin en çok sıkıştırdığı yoksullara islami hareket dışında başka bir gerçekçi alternatif sunmak zorundayız. Bunu alternatifi inşa ederken de islami harekete kaptırdığımız emekçilerin bir kısmını ve onların umudu olan muhalif bir hareketin devlet tarafından ezilmesine seyirci kalmamalıyız. AKP hükümetine ve uygulamalarına karşı olsak da, generallerle hiçbir ortak yanımız olmadığını en net ve açık şekilde haykırmalı ve kırıntı bile olsa demokratik haklarımıza sahip çıkmalıyız. Yüzde 10 barajı vb nedenlerle bir çok anti-demokratik yönü olsa bile seçimlerle gelenlerin temsil edildiği parlamentoyu generallere karşı savunmalıyız.

Mevcut yasalara göre bile açıkça suç işleyen generaller derhal görevden alınarak yargılanmalıdır.

Sınır-ötesi operasyonlara HAYIR!

27 Nisan muhtırası öncesinde aslında bir "Irak muhtırası" verilmişti. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Irak'a yönelik askeri bir operasyonun gerekli olduğunu 11 Nisan'da açıkladı. Mayıs 2007'de bir sınır-ötesi operasyonun gerçekleşeceğine dair haberler bütün medyada yer aldı.

TSK'nın Irak'a girme planları ve siyasi onay arayışı ile ABD'nin İran'a saldırı tehdidi bir arada düşünüldüğünde savaş tehlikesinin artmakta olduğunu görüyoruz.

Oysa askeri her müdahale bölge halkları arasındaki kardeşliğe zarar vererek düşmanlığı artırıyor ve yıkıma yol açıyor.
ABD'nin dünya egemenliği ve petrol çıkarları için Afganistan ve Irak'ı işgal etmesinin de, Türkiye'nin "Terörizme karşı mücadele" adı altında son 24 yılda 24 sınır-ötesi operasyon gerçekleştirilmiş olmasının da sonuçları bölge halkları arasındaki kardeşlik bağlarının zedelenmesidir.

Türkiye'nin yeni bir operasyonu bütün bölgeyi ateşe verecek savaş dinamiklerini tetikleyebilecek bir öneme sahiptir. Bu konuda Türk devletinin çıkışlarının göstermelik olduğunu, ABD'nin Türkiye'ye yeşil ışık yakmayacağını düşünmek hata olur. ABD'nin bölgedeki planlarının Irak'la sınırlı olmadığı ve olası İran saldırısı için Türkiye'ye ihtiyaç duyduğu dikkate alınırsa yöneticiler arasındaki pazarlıklardan nasıl bir sonuç çıkacağı belirsizdir. Dolayısıyla ABD'nin sınır ötesi operasyon için Türkiye'ye yeşil ışık yakma olasılığını küçümsememeliyiz.

Bu nedenlerle Irak'a yönelik her türlü sınır-ötesi operasyon planlarının durdurulması ve İran'a bir saldırı düzenlenmesine yönelik ABD'den hava sahası, askeri üs vb tesislerin kullanımına yönelik gelen bütün taleplerin geri çevrilmesi için mücadele etmenin önemi daha da artmaktadır.

Muhtıra savaş habercisi

27 Nisan muhtırası sadece cumhurbaşkanlığının sembolik öneminin bir ürünü değil. Aynı zamanda ABD'nin Irak'ta iyice sıkışması ve sıkışıklığını İran'a saldırarak aşmaya yönelme olasılığına karşı generallerin yaptığı bir hazırlıktır. ABD'nin İran'a olası bir saldırı için Türkiye'den talepleri devam ediyor. AKP liderliği her ne kadar ABD'ci olsa da tabanı ABD'nin Ortadoğu'daki savaş ve işgallerine şiddetle karşı çıkıyor. Kaldı ki parti liderliği 1 Mart 2003'de görüldüğü gibi kimi milletvekillerine bile söz geçiremeyebiliyor. Bu da Türkiye egemenlerinin hareket alanını daraltmakta ve 1 Mart gibi (onlar için) tren kazası tehlikesi yaratmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden laik-dinci gerilimini arttırarak verilen 27 Nisan muhtırası ile bir yanıyla da toplum İran saldırısına verilebilecek olası desteğe ideolojik olarak (şeriat tehlikesi, Molla iktidarı) hazırlanmaktadır. Böylece İran'a yapılacak bir saldırı meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Aynı zamanda da başta AKP tabanı olmak üzere toplumun savaşa karşı mücadele güveni kırılmak istenmektedir.


Direniş birlik için adım attı

Ortadoğu'nun anti-emperyalist direniş güçleriyle Mısırlı muhalifleri ve Batılı savaş karşıtlarını buluşturan Kahire Konferansı 28 Mart-1 Nisan tarihleri arasında Mısır'da gerçekleşti. Konferans ABD ve İsrail saldırganlığı ve işgale, İran'a yönelik savaş tehdidi ile Şii-Sünni mezhep çatışmasına karşı çok net bir tutum aldı, işgalin derhal sonlandırılması gerektiğini vurguladı.
Konferans emperyalizme ve Siyonizm'e karşı uluslararası bir ittifakın kurulması hedefini önüne koymakla birlikte İslami gelenekten gelen direniş ve muhalif güçlerle sol güçler arasında daha yakın çalışma ilişkilerinin kurulması çağrısında bulundu.
Sol, demokrat, Şii ve Sünni İslami direniş ve muhalefet geleneğine mensup bütün yapıların temsilcileri Irak'ın içine itildiği mezhep çatışmalarının asıl sorumlularının ABD'nin başını çektiği işgal güçleri olduğu ancak direnişin de bu oyunu boşuna çıkartma sorumluluğuna sahip olduğunu önemle vurguladılar.

Lübnan Direnişi adına konuşan Dr. Ali Fayyad, İsrail’in saldırısına karşı birleşik direnişin kazandığını hatırlatarak "asıl mesele anti- emperyalist bir cephenin oluşturulmasıdır." dedi.

Mısırlı sosyalist Sameh Naguib de mezhep çatışması senaryosunun boşa çıkarılmasının kritik bir önem arz ettiğini söyleyerek: "Düşmana karşı birliğimizi sağlamalıyız" dedi.

Emperyalizm, Siyonizm, savaş ve işgale karşı olduğu kadar neo-liberal küreselleşme ve Ortadoğu'nun baskıcı yönetimlerini hedef alan bir zemin üzerinden çalışan Kahire Konferansı, Ortadoğu'daki demokrasi hareketleri ile uluslar arası dayanışmanın güçlendirilmesini talep etti.

İngiltere Stop the War Koalisyonu (Savaşı Durdur) adına konuşan John Rees ise Kahire Konferansı'nın son beş yılda Mısır ve bölgedeki güçlerin mücadele birliğine önemli bir katkıda bulunduğuna vurgu yaparak "İşgallerin sonlandırılması için daha yapılacak çok iş var. Ancak bizler ileriye doğru yol alıyoruz; düşmanlarımız ise mevzi kaybediyor." dedi.

Kahire Konferansı sonrasında ABD Temsilciler Meclisi ve Senato Amerikan askerlerinin 1 Ekim’ten itibaren Irak’tan çekilmeye başlaması kararını aldı. Başkan Bush’un bu kararları büyük olasılıkla “veto” edecek olması durumun “mevzi kaybı”ndan da öteye geçtiği gerçekliğini gizleyemez.

5. Kahire Konferansı Deklarasyonu ve röportajlar için:
www.hopk.wordpress.com
www.istanbulbeyrut.wordpress.com


sayfa başına dön


 
gazete arşivine git kütüphane