Güncelleme:
22.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Toplumla Mücadele Yasasını Durduralım!

Türkan Uzun

AB'ye uyumdan demokrasi ve refah yerine 'terörizmle mücadele' anlayışı çıktı. Meclis'e gelen Terörle Mücadele Yasa tasarısı, var olan bütün kazanımlarımızı hedef alıyor.
Tasarı her yönüyle demokrasi düşmanıdır.
Tasarı, her türlü muhalif hareketi 'terörizm' kapsamına almaya uygun olduğu için sivil halkı hedef almaktadır. Dolayısıyla tasarı asıl olarak Toplumla Mücadele Yasası olarak algılanmalı, muhalefeti terörize etme girişimi olarak mahkum edilmelidir.
Tasarı, TCK' da düzenlenen suçların yüzde 30'unu terör suçu haline getirirken tümüyle yeni suç kategorileri icat edip bunları terör tanımı içine almaktadır. Tasarıya göre terör kapsamına alınan herhangi bir faaliyeti teşvik eden, öven veya propagandasını yapan basılı veya görsel tüm yayınlara sınırsız cezalar verilebilir.
Yasa tasarısı, 'genel grev yapılmasını savunmak', 'ana dilde eğitim', 'genel af için çabalamak', 'faili meçhullere', 'gözaltında işkenceye’ ve ‘F-tipi cezaevlerine karşı olmak', savaşların sonucunda yoksulların kurban olduğunu söylemek, Irak halkının ABD'ye tepkilerinden yana olmak, sınıfsal sömürüye karşı durmak, din, dil, ırk ayırmayan bir demokrasi talep etmenin "suç" sayılabileceği koşullar oluşturmayı hedefliyor.

Yargısız İnfaz
Tasarı, kolluk güçlerinin duraksamadan ateş etme yetkisini geri getirerek yargısız infazların önünü yeniden açmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan da suç işleyen kolluk güçlerinin tutuksuz yargılanmasına izin vererek bir kez daha yargısız infazları teşvik etmektedir.
TMY kapsamında suçlananların kendini savunmasına ise tümüyle hukuk ve adalet anlayışına ters düşen bir şekilde sınırlar getirilmektedir. Tasarı, şüphelilerin avukat ile görüşmesini 24 saat erteleyebiliyor. Ayrıca sadece bir avukat tutma hakkı tanınıyor. Dahası şüphelinin avukatı ile görüşmelerinde kolluk güçlerinin bulunmasına olanak veriyor. Yine bu kapsamda avukatın dosya incelemesi veya belgelerden örnek alması kısıtlanabilecek, şüphelinin avukata verdiği ya da avukatın şüpheliye verdiği belgeler incelenebilecek. Böylece avukatların işlevi engellenerek savunma, devletin baskı ve denetimi altına alınmak istenmektedir.
Yasanın amaçlarını en açık biçimde yansıtan yanı muğlâklığıdır. Yasanın birçok yerinde kullanılan sıfatlar tümüyle keyfi uygulamaların önünü açmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir faaliyet terör suçu sayılabilir.
Toplumsal muhalefetin terörizasyonunu hedefleyen bu yasaya karşı tüm sendikacı, örgüt ve/veya sivil toplum kurumları aktivistlerinin; hepimizin birkite mücadele yürütmeye ihtiyacımız var.

Laik cepheyi değil; Savaş karşıtı mücadeleyi inşa edelim!

Danıştay saldırısı üzerinden generaller, medya ve CHP, AKP hükümetine karşı yeni bir laik cephe açmaya çalıştılar. PKK tehlikesine İslamcı terör eklendi, laik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin tehdit altında olduğu iddia edildi. Paşalar, halkı bu cumhuriyete sahip çıkmaya, Anıtkabir'deki gibi gösterileri tekrarlayıp artırmaya çağırdılar. AKP'ye karşı laiklik korosuna son olarak TÜSİAD da katıldı.
Laiklik üzerinden ipleri germe çabasına karşı tutumumuz bellidir. Seçimle işbaşına gelen yine seçimle gitmelidir. Evet; AKP işbaşına geldiğinden bu yana toplumun çoğunluluğunun aleyhine çalıştı; AKP, AB sürecini işleterek emperyalizme 'uyum'lulaştı; AKP, 1 Mart 2003'te Irak savaşında rol oynamak istedi, Büyük Ortadoğu Projesi ve İran konusunda ABD ile uyumlu bir çizgi izliyor; AKP kendi tabanının taleplerine bile sırt çevirdi; Erdoğan Kürt sorunu üzerinden verdiği sözlere sırt çevirdi, şahinleşti, generallerle uzlaştı; AKP, TMY ile toplumla mücadeleye kalkışıyor. AKP'nin savunulacak hiçbir yanı yoktur; biliyoruz. Ancak savunulması gereken demokratik işleyiştir. Yeni 28 Şubat'lar istemiyoruz!
Refah Partisi'ne karşı yürütülen gerginlik politikaları 28 Şubat 1997 askeri müdahalesine giden yolu döşemişti. Darbenin demokratik işleyişi bir kez daha sekteye uğratması sonucunda ise toplumun çoğunluğu büyük hak kayıplarına uğradı. Bu tür müdahalelerin bizi hangi mecraya taşıdığını çok iyi bili-yoruz. Erken seçim dayatmalarına, süngü zoruyla bu yollarda tekrar yürütülmeye karşı çok net bir tutum alıyoruz.
Danıştay saldırısının türban sorunu üzerinden İslamcı bir terörist tarafından gerçekleştirildiği iddiasının büyük bir yalan olduğu gün geçtikçe belirginleşiyor. Danıştay saldırısının aile fotoğrafında tanıdık şüpheliler görülüyor: Susurluk devletinin asker-faşist işbirliğinden oluşan çeteler.
Egemenlerin en azından bir kesimi tarafından önleri açılmasa, göz yumulmasa, finansman kaynakları oluşturulup silahlar temin edilmese, bu çeteler ortaya çıkamaz. Çıksa da hızla tasfiye edilir. Kimse bu çetelerin kendinden menkul olduğunu iddia etmesin.
Çeteleri çok iyi hatırlıyoruz. Bunlar savaşın simgesidir. Batı emperyalizmin hedefleriyle uyumlu 'komünizme karşı savaş'ın çeteleri, 15-16 Haziran 1970 Direnişi sonrası işçilere karşı savaşın çeteleri, Kürtlere karşı savaşın çeteleri… Yeni nesil çeteleri de Kürtlerin barış talebine karşı ve İran'a yönelik savaşa güdümlenmiş tetikçileri olarak mahkum etmeliyiz.
Danıştay saldırısı 2005 Newroz'unda düğmesine basılan gerginlik politikalarının son örneğidir. Bu gerginlik politikalarının hedefi Ortadoğu'da yeni bir savaşa Türkiye'nin ortaklığını garantilemek için uygun bir zemin hazırlamak, 1 Mart 2003'te savaş çığırtkanlarının uğradığı bozgunun tekrarını önlemektir.
Danıştay saldırısından önce Uğur Mumcu'nun abisi Ceyhan Mumcu'nun yaptığı bir açıklama son derece dikkat çekicidir. Ceyhan Mumcu, Türkiye'yi İran'a karşı savaşa sokmak için çok sayıda saldırının düzenleneceği konusunda bilgilendirildiğini basına duyurmuştu.
Toplumsal muhalefetin odaklanması gerektiği konu ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'dir. Gerginlik politikaları ve çetelerini boşa çıkartacak olan savaş karşıtı mücadeledir.

Esas mesele cumhurbaşkanlığı seçimi değil

2005 Newroz'unda düğmesine basılan, Şemdinli'de Umut kitapevinin bombalanması, Diyarbakır'da çocukların kurşunlanması ve Danıştay saldırısıyla sürdürülen gerginlik politikalarının Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını önlemeye yönelik olduğu tartışılıyor. Bir an bunun böyle olduğunu kabul edelim: Seçmenin neredeyse yarısının temsil edilmediği bir Meclis'in seçeceği cumhurbaşkanının meşruiyeti de tartışma konusudur. Ancak bu meşruiyet sorunu, hiçbir şekilde seçemedikleri-mize ve onların çetelerine cumhurbaşkanının kim olacağını belirleme hakkını vermez. Seçim barajları nedeniyle ortaya çıkan temsiliyet sorununa Susurluk devleti çetelerinin darbeci çözümlerinin peşine takılma-yalım.
Çankaya'ya kimin oturacağı meselesi ikincildir. Erdoğan 2002'den beri başbakan. Hükümet, İMF programlarını uygular ve dolu dizgin özelleştirmeler gerçekleştirirken ne TSK ne de TÜSİAD laikliği hiç mesele etmemişlerdi. ABD, AB ve yerel statüko ile hep uzlaşan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığının da budan farklı olmayacağı son derece açıktır.
Kaldı ki AKP tabanının türbanı kamusal alana taşımaktan ziyade AB üyeliğini öncelik ettiği gerçeği de son derece açıktır. Kadınların türbanlarını çıkartarak Atatürkçülüklerini kanıtlamaya yöneldiklerini gördük.
Bunlar ortadayken ipler neden gerili-yor?
Gerginlik politikalarının hedefi toplumu Ortadoğu'da yeni bir savaşa hazırlamaktır. Milliyetçi histeri ile İran'daki PKK kampları savaşın bahanesine zemin oluşturulmaya çalışılırken; İran Kandil'deki kampla-rı bombaladı. Milliyetçi kart bir ölçüde boşa çıktı. Danıştay saldırısı üzerinden İslamcı terör odağı olarak İran yine hedef tahtasına konulmak istendi.
AKP liderliği, TSK ve ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ile uyumlu olmakla birlikte İslamcı taban dahil toplumun çoğunluğu ABD'nin peşi sıra savaşa sürüklenmek istemiyor. Bu da AKP'yi daha ihtiyatlı davranmaya, diplomatik yollar aramaya zorluyor.
Gerginlik politikaları çoğunluğu sindirmeye ve devletin çıkarlarının peşine takmayı hedefliyor. Böylesi gergin bir ortam, zaten BOP'çu Erdoğan ve Gül'ü savaş karşıtı tabanın basıncından uzaklaştırır, ABD ve İsrail'nin hedeflerine iyice yaklaştırır. 2002'den bu yana şahinleşen bir AKP'ye savaşı önlemesi için güvenemeyiz. Türkiye egemen sınıfının BOP yolunun yolcusu olmaktan başka seçeneği yoktur.
Gerginlik politikalarını boşa çıkartarak, barış ve demokrasi yolunu inşası toplumsal muhalefetin sorumluluğudur.
1 Mart'ta savaş çığırtkanlarını bozguna uğrattık, yine yapabiliriz.

 

Demokrasi ve özgürlük mü dediniz!?!

Mesut Çelebioğlu

Avukat Eren Keskin, 2002’de Almanya’da katıldığı bir toplantıda, Kürt bölgelerinde asskerin ve polisin kadınlara cinsel tacizde bulunduklarını belirten bir konuşma yaptı.
2005’te gazeteci Perihan Mağden, vicdani reddini açıklayarak askere gitmeyi reddeden ve bu yüzden aylarca hapis yatan (hala daha yargılanıyor) Mehmet Tarhan’ı desteklemek için ‘her türk asker doğmaz’ dediği bir yazı yazdı.

Kırılgan ordumuz darılmasın
Şimdi ikisi de ‘ordunun manevi şahsiyetine hakaret’le ve ‘halkı ordudan soğutmak’la suçlanıyorlar. Mahkeme, Eren Keskin’in 10 ay cezaevinde yatmasını hükme bağladı; Mağden’in ilk duruşması ise 8 Haziran’da yapıldı.

Tanıdık simalar
Danıştay saldırısını yapan çetenin ‘yüzbaşısı’ ve avukatı (her demokrasi diyene dava açan faşist) da Mağden’in yargılandığı mahkemeye koşup protesto ettiler!
Türkiye’de ne kadar demokrasinin olduğunu bu iki davadan da anlayabiliriz.
Eren Keskin ve Perihan Mağden değil, çeteler yargılanmalıdır!..

Baykal nereye koşuyor?

CHP liderli Deniz Baykal merkez sağa açılarak 'sosyal demokrasiyi' iktidara taşıyacakmış. Sosyal demokrat değerlere sırt çevireli çok oldu. Bu nedenle merkez sağ ile birleşme çabası birçok kesim tarafından yadırganmıyor. Başkaları da merkez sağda çok sayıda parti olduğu için bu yönelimin de Baykal'ın sayısız batık projeleri seceresine katılacağı söylüyor.
Baykal bu dönemde devletin 'has parti' arayışlarına yanıt oluşturmaya çalışıyor. Bu yönelim son dönemde milliyetçilik ve laikliğin körüklenerek oluşturulmak istenilen savaş zeminin siyasal ifadesi olacaktır. Bu yönelimle CHP'nin toplumu götüreceği yer ancak yıkım ve yoksulluktur. Geçit vermeyelim.

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git